Devrim ve
Bolşevik diktatörlük tamamen farklı şeylerdir ve hatta karşıt bir doğaları
vardır. Birçok insan Rus Devrimi’yle Komünist Partisi’ni birbirine karıştırarak
ve onların aynı şeyler olduğunu söyleyerek en büyük hatayı yapmaktadır.
Bolşevikler
tarafından varılan sonuçla devrimin (…) karşılaştırırsak bu konuda
netleşebiliriz.
Devrim,
baskıya ve yoksullaşmaya karşı bir ayaklanmaydı. Devrim, kitlelerin özgürlük ve
adalet özlemlerinin sesiydi. O, insanı hükmü altında tutan kölelik ve yük
hayvanlığından kurtulma girişimiydi. Devrim, gerçek eşitlik ve kardeşlik
koşullarında yeni hayatın biçimlerini kurma denemesiydi.
Gördük ki, o,
Şubat Olayları’yla durulacak yüzeysel bir değişiklik değildi. Çarlık yıkılmış,
otokrasi parçalanmış, fakat sonuçta yalnızca hükümetin bir başka biçimi
kurulmuştu. Ekonomik ve sosyal koşullar aynı kalmıştı. İnsanların değişiklikten
anladığı bu değildi. Ekim Devrimi’nin meydana gelmesinin sebebi budur. Bu
devrimin amacı, yeni toplumsal yapı üzerinde yaşamı hep birlikte yeniden
kurmaktı.
Bu yeniden
kuruluş nasıl olacaktı? Açıktır ki, bu, Romanov’un Kremlin Sarayından alınıp
yerine Lenin’in oturması değildi. Daha önemli şeyler söz konusuydu. Gerekli
olan, köylülerin toprağa kavuşması, fabrikalara işçiler tarafından el konulması
ve emeğin örgütlenmesiydi. Kısacası, Ekim Devrimi’nin hedefi, Şubat’ta
kazanılan politik özgürlüğü kullanarak halka bir fırsat vermekti.
Kitleler
durumu kavramakta gecikmediler. Ve harekete geçtiler. Özgürlüğü gereksinimleri
için kullanmaya başladılar. Barış istiyorlardı, her şeyden önce savaşı
durdurdular. Aylar sonra Bolşevik Hükümet Brest-Litovsk barışını imzaladı ve
Almanlarla resmi bir barış yapmış oldu. Fakat Rus orduları dağılmış, savaş diplomatik
görüşmelerden uzun süre önce sona ermişti. Troçki, devrim(1) üzerine
çalışmalarında bunu açıkça kabul
eder.
Askeri
üniformaların içindeki Rus işçi ve köylüleri inisiyatifi ellerine aldılar ve
savaş cephelerini terk ederek savaşı fiilen sona erdirdiler. Benzer bir
şekilde, köylülük ve proletarya, endüstriyel ve tarımsal problemleri çözmek
üzere harekete geçti. Geçici hükümet hâlâ toprak reformunu tartışırken kitleler
yerel meclislerinde ve sovyetlerinde eyleme geçtiler. Köylüler ihtiyaç
duydukları toprakları ele geçirdiler ve ekmeye başladılar. Politikacıların ve
yasa koyucuların on yıllarca sonuçsuz bir şekilde kafa patlattıkları tarım
problemini basit bir sağduyuyla ve doğal halk adaletiyle hallettiler.
Bolşevikler iktidara geldikleri zaman, köylülerin kimseye sormadan zaten
başardıkları bu işi “yasallaştırdılar”.
Aynı şekilde,
işçi sovyetleri fabrikaları ve madenleri ele geçirerek bunları patronların kârı
için değil, genel yarar için çalıştırarak endüstriyel sorunu çözmeye
başladılar. Bu, Bolşevik Hükümet tarafmdan kapitalist sahipliğin “yasal” olarak
sona erdirildiğinin ilan edilmesinden çok önce, ücretli köleliğin ve
kapitalizmin fiiliyatta ortadan kaldırılmasıydı.
Devrim, günlük
hayatın diğer bütün problemlerini aynı şekilde, pratik olarak ve kitlelerin
kendi aktivitesi yoluyla çözdü. Kooperatif örgütler şehirde ve köyde üretimin
değiş tokuşu için bir araya geldiler; ev komiteleri ev sorunlarına baktılar;
sokak ve bölge komiteleri şehrin güvenliğini organize ettiler ve diğer gönüllü
insanlar devrimin ve halkın çıkarlarını savunmak üzere örgütlendiler.
Durumun
gerektirdikleri kitlelerin çabalarını yönlendirdi; eylem özgürlüğü hayat içinde
inisiyatifi getirdi ve halkın istekleri yaratıcı kapasitelerini alabildiğince
biçimlendirdi.
Bu kolektif
faaliyetler devrimi belirledi. Devrim bunlardan ibaretti. “Devrim”, kesin
anlamı ve amacı olmayan birtakım belirsiz şeyler değildir; devrim ne politik
sahnede belirli bir değişiklik ne de yeni yasal düzenlemelerdir. Gerçek devrim
Şubat’ta ya da Ekim’de değil, bu aylar arasında olmuştur. O, ortak çıkarlar ve
kamu ihtiyaçlarından esinlenen yaratıcı çalışma ve bağımsız halk inisiyatifi
temelinde insanların çabalarını ve devrimci enerjilerini özgürce harekete
geçirmekten ibarettir.
Devrim,
Rusya’daki büyük ekonomik ve sosyal ayağa kalkış eğilimi ve ruhudur. O,
kitlelerin özgürlük ve özgür işbirliği temelinde uyanışlarıyla problemlerin
çözülmesidir.
Devrimin bu
gelişmesi Komünist Partisi’nin politik iktidarı ele geçirmesiyle ve kendisini
yeni bir hükümet olarak yapılandırmasıyla durdurulmuş oldu.
Devrimin
hedefinin ne olduğunu görmüştük; Rusya’daki kitlelerin isteklerini ve neyi elde
etmek için devrim yaptıklarını biliyoruz.
Diğer yandan,
politik bir parti olarak Bolşeviklerin amaçları, kesinlikle farklı bir
karakterdeydi. Kendilerinin de açıkça kabul
ettikleri gibi, onların acil hedefleri diktatörlüktür; bu, Komünist Partisinin
teorilerine ve görüşlerine göre, ülkedeki faaliyetlerin ve yaşamın güçlü bir
Bolşevik devlet biçiminde yönlendirilmesi demektir.
Hiçbir
partinin, Bolşeviklerin amaçlarının gerçekleştirilmesinde daha kararlı ve
enerjik, onların ilerleme çabalarında daha samimi, onların davasına daha çok
adanmış olamayacağı konusunda Bolşeviklere hak verdiğimi söylememe izin
verilsin. Fakat bu amaçlar devrime bütünüyle yabancıdır ve devrimin gerçek
ihtiyaçlarına karşıdır. Bu amaçlar devrimin hedeflerine ve ruhuna o kadar
karşıdır ki, onların gerçekleşmesi devrimin yıkımı anlamına gelir.
Kuşkusuz,
Bolşeviklerin gerçek düşünceleri, Rusya’yı işçi ve köylüler için bir sosyalist
cennete, ancak onların diktatörlüklerinin dönüştürebileceği şeklindedir. Zaten,
Marksistler olarak, onlar başka bir yol göremezlerdi. Devlet gücüne iman
edenlerin hiçbiri halka güvenmez, emekçilerin yaratıcı becerisine ve
inisiyatifine inanmaz. Onları “özgürlüğe zorlanacak her türden ayaktakımı”
olarak görüp güvensizlikle bakarlar. Onlar Rousseau’nun, kitlelerin “yalnızca
zorlama yoluyla özgür olabilecekleri” yolundaki sinik vecizesine katılırlar.
Önde gelen
komünist teorisyen Buharin “proletarya her biçimde zorlamaya başvurur” diye
yazar: “Başlangıçta yargısız idamlarla ve sonunda emeğin zorlanmasıyla,
belirtilmesi paradoksal olmakla birlikte kapitalist çağın insan materyalini
yeniden harekete geçirmenin bir metodu olarak bunlar komünist insanlığın da
içine girmiştir.”
Bolşevik İncil
şudur: Bir partinin, bir merkez komitesinin emirleriyle işleyen bir devrime
inanmak. Bolşevizm fikrinin vardığı mantıki sonuç budur.
Yalnızca
onların partilerinin diktatörlüğünün devrimi uygun bir şekilde
yönlendirebileceği iddia edilir, bütün enerjiyi bu diktatörlüğün korunmasına
hasrederler. Bunun anlamı, onların her şeyi tekellerine almak zorunda olmaları,
partinin projelerinin her şeyin üzerinde olmasıdır.
Kontrolü ele
geçiren Komünist Partisi’nde nihai sonuçlara yol açacak bu günlerin siyasi
manifestolarının ve planlarının ayrıntılarına girmemize gerek yok. Önemli
nokta, Bolşeviklerin planlarını başarıyla yerine getirdikleridir. Ekim
Devrimi’nden sonraki birkaç ay içinde, Nisan 1918’de hükümetin kontrolünü
bütünüyle ellerine geçirmişlerdir.
Devrim
günlerinin heyecanı ve kaçınılmaz karışıklıkları içinde avantajlı duruma
geçmişler ve bu durumu kendi çıkarları için kullanmışlardır.
Onlar politik
farklılıkları vahşi parti ihtiraslarını canlandırmakta kullandılar,
muhaliflerini halk düşmanları olarak suçlamak için her araca başvurdular,
onları karşı devrimciler olarak damgaladılar ve sonunda muhaliflerini işçi ve
askerlerin gözünde lanetlemeyi başardılar. Devrimin, bu sözde düşmanlara karşı
korunması gerektiğini açıklayarak, kendi diktatörlüklerini ilan edebildiler.
“Devrimin korunması” adı altında, Bolşevik olmayan diğer bütün devrimci
unsurları tasfiye etmeye başladılar, nüfuzlarından yararlanarak onları tam bir
baskı altına aldılar.
Bolşevik
yönetimin başlamasıyla burjuvazinin baskı altına alınmasının acaba yalnızca
Bolşevik olmayan diğer bütün unsurları baskı altına alma gibi gizli bir amaca yönelik olup
olmadığı geleceğin tarihçilerine bırakılmalıdır. Çünkü Rus burjuvazisinden
devrime bir tehlike gelmiyordu. Açıktır ki, burjuvazi örgütsüz ve iktidarsız
küçük bir azınlıktı. Tersine, devrimci unsurlar, her türlü parti
diktatörlüğünün önünde engel oluşturuyorlardı.
Çünkü
diktatörlük, en güçlü muhalefeti burjuvaziden değil, gerçek devrimci
sınıflardan görecekti. Bu sınıflar, diktatörlüğün, devrimin çıkarlarına düşman
olduğunu, bu yüzden her türlü politik partinin başvurduğu diktatörlüğün
tasfiyesinin başta gelen gereklilik olduğunu düşünüyorlardı. Fakat böyle bir
politika, işe önce devrimcileri baskı altına almaktan başlayarak başarılı
olamazdı. Bu, işçi ve askerlerin direnişini kışkırtır ve desteklerini
çekmelerine neden olurdu. Bu politika burjuvaziden başlayacaktı ve sonunda git
gide diğer muhaliflere doğru yayılacaktı. Devrim yaşamına kızıl terörün kanlı
elinin girmesi için, baskı ve tasfiye kampanyasının alabildiğine yaygınlaşması
için, halkın desteğini kazanmada devrimin güvenliği gerekçesini ileri sürmek
için halk içinde korku ortamı yaratılacak, hoşgörüsüzlük ve baskı
geliştirilecek, güvensizlik ve uyuşmazlık havası yaratılacaktı. Fakat daha önce
de belirttiğim gibi, bu günlerin olaylarında böyle motiflerin ne derece söz
konusu olduğunu geleceğin tarihçilerine bırakmalıyız. Burada bizim daha çok
ilgilendiğimiz, gerçekte ne olduğudur.
Bolşevikler
kendi parti diktatörlüklerini kurmadan önce olan neydi?
“Neydi bu
diktatörlük” diye sorduğunuzu duyar gibiyim “ve nasıl oldu da başarılı
olabildi?”.
Diktatörlük
İşbaşında
Diktatörlük,
Bolşeviklerin 140 milyon nüfuslu bir ülkede tam bir egemenlik kurmalarını
sağladı. “Proletarya diktatörlüğü” adı altında, tek bir politik örgüt, Komünist
Partisi, Rusya’nın mutlak yöneticisi oldu. Proletarya diktatörlüğü, proletarya
tarafından uygulanan bir diktatörlük değildi. Milyonlarca insan diktatör
olamaz. Binlerce parti üyesi de diktatör olamaz. Bir diktatörlüğün karakteri,
az sayıda insanla sınırlı olmasıdır. Daha güçlü ve daha örgütlü olan küçük bir
azınlık, diktatörlüğü oluşturur. Pratikte diktatörlük daima kendi görünürdeki
genel diktatörlüğünü kabule zorlayacak güçlü bir adamın ellerindedir.
Diktatörlük başka türlü olamaz ve bu Bolşeviklerde de böyledir.
Gerçek
diktatör ne proletaryadır, hatta ne de partidir. Teorik olarak iktidar parti
merkez komitesinin elindedir, fakat gerçekte o, politik büro ya da “politbüro”
denen, merkez komitesinin içindeki bir komitenin elindedir. Hatta, politbüro
da, üyelerinin sayısı bir elin parmaklarından az olsa da, gerçek diktatör
değildir. Çünkü politbüroda birden çok insan olduğundan önemli konularda farklı
görüşler olacaktır. Gerçek diktatör, politbüro çoğunluğunun desteğini alabilen
adamdır. Bu adam Lenin’dir ve o, gerçek “proletarya diktatörlüğü”dür, aynı
Mussolini gibi, örneğin, İtalya’da da gerçek diktatör faşist parti değildir.
Bolşevik Parti’nin başlangıcından Lenin’in yaşamının son günlerine kadar, daima
Lenin’in görüş ve fikirleri geçerli olmuştur. Bütün parti onun görüşlerine
karşı olduğu ve merkez komitesi, kendisinin ilk önerileri üzerine onun
getirdiği önerilere karşı sert bir şekilde mücadele etmiş olduğu halde.,
Lenin’in görüşleri geçerli olmuştur. Kazanan daima Lenin olmuş, onun görüşleri
yürürlüğe girmiştir. Bolşevik tarihin her kritik döneminde bu böyle olmuştur.
Bundan başka bir şey olamazdı, çünkü diktatörlük daima en güçlü kişinin, tek
bir kişinin üstünlüğü ve egemenliği anlamına gelir.
Her
diktatörlük gibi, Komünist Partisinin bütün tarihi de su götürmez bir biçimde
bunu ispatlar. Bolşevik literatürün kendisi de bunu açıklar. Fakat son derece
önemli birkaç olaydan burada söz etmek benim tezlerimi desteklemek açısından
yeterli olacaktır.
Mart 1917’de,
Çarlık rejiminin yıkılmasından sonra, Lenin sürgünde olduğu İsviçre’den
Rusya’ya döndüğü sırada, partisinin merkez komitesi, koalisyon hükümetine
girmeye karar vermişti. Lenin, burjuvaziyle ve hükümetteki menşeviklerle
koalisyona girilmesine karşıydı. Parti aksi yönde karar aldığı ve Lenin de
hemen hemen tek başına muhalefette kaldığı halde onun etkisi geçerli oldu.
Merkez komitesi kendi kararını iptal etti ve Lenin’in tavrını benimsedi.
Daha sonra,
Temmuz 1917’de, Lenin, Kerensky Hükümeti’ne karşı derhal bir ayaklanmaya
girişmenin savunusunu yaptı. Bu önerisi, en yakın yoldaşları ve arkadaşları
tarafından bile açıkça delilik ve suç olarak damgalandı. Fakat yine Lenin
kazandı, hem de Zinovyev, Kamenev ve diğer etkili Bolşeviklerin partinin
tasarısını reddetmelerine ve merkez komitesinden istifa etmelerine rağmen.
Darbe (Kerensky’yi devirme) girişimi fiyaskoyla sonuçlandı ve birçok işçinin yaşamına
mal oldu.
Ekim
Devrimi’yle birlikte iktidara gelen Lenin’in kurumlaştırdığı kızıl terör,
Onunla işbirliği yapmış işçileri yersiz bir biçimde devrimin doğrudan hainleri
olarak suçladı. Partinin en aktif ve etkili üyelerinin resmi protestolarına
rağmen Lenin yolunda ilerledi.
Biest-Litovsk
görüşmeleri sırasında, Troçki, Radek ve diğer önemli Bolşevik liderler,
Kayzer’in aşağılayıcı ve yıkıcı koşullarının kabul edilmesine karşıyken, yine Lenin “her
koşulda barış”ta ısrar etti. Bir kere daha kazanan Lenin oldu.
Komünizme
öldürücü bir darbe ve bütün devrimci kazanımların imhası olan “Yeni Ekonomik
Politika” (NEP), merkez komitesi Kronstadt Olaylarıyla uğraştığı sırada,
Lenin tarafından partiye sunuldu. NEP, gerçekten de devrimin var ettiği her
şeyden tam bir geri çekiliş ve büyük Ekim Devrimi’ni yıkarak değiştirdiği
koşullara tam bir geri dönüştü. Fakat Lenin bir kere daha hakim olacaktı ve
1921 Mart’ında Moskova’da toplanan Komünist Parti IX. Kongresinde onun çözümü
yürürlüğe girecekti.
Gördüğünüz
gibi, sözde proletarya diktatörlüğü yalnızca Lenin’in diktatörlüğüdür; O,
polit-büroya dikte eder, politbüro merkez komitesine, parti merkez komitesi
partiye, parti de proletaryaya ve halkın geri kalan kısmına. Rusya, milyonlarca
nüfusa sahip bir ülkedir; Komünist Partisi elli bin üyeden daha az üyeye
sahiptir; merkez komitesi birkaç yüz kişiden oluşur; politbüro bir düzine
insandan ibarettir; ve Lenin tek kişidir. Fakat tek başına bu kişi proletarya
diktatörlüğüdür.
Rusya geniş
bir ülkedir, Avrupa’nın yarısına yayılmıştır ve Asya’nın verimli kısımlarında
yer alır. O, farklı diller konuşan, farklı psikolojilere, çeşitli çıkarlara ve
hayat üzerine çok farklı anlayışlara sahip çok sayıda ırkın ve milliyetin
yaşadığı bir ülke durumundadır. Bu ülkede Çarlık diktatörlüğünün neler
yaptığını biliyoruz. Şimdi de “proletarya” diktatörlüğünün neler becerdiğini
görelim.
Bugün,
Rusya’daki Bolşevik yönetimin kuruluşunun üzerinden on yıldan fazla zaman
geçtikten sonra, etkilerini aşağı yukarı tahmin edebilir ve yarattığı sonuçlan
gözden geçirebiliriz. Kısaca üzerinde duralım.
Politik planda
devrimin hedefi tiranlık yönetimini ve baskıyı ortadan kaldırmak ve halkı özgür
kılmaktı. Bolşevik Hükümet, gerçekten de İtalya’daki faşist yönetim hariç
tutulursa, Avrupa’nın en kötü despotizmidir. Vatandaşların, hükümet tarafından
saygı gösterilen hakları yoktur. Komünist Partisi politik tekel oluşturmuştur,
bütün diğer parti ve hareketler yasa dışıdır. Kişi
ve konut dokunulmazlığı tanınmamaktadır. Konuşma ve basın özgürlüğü yoktur.
Parti içinde bile en küçük bir fikir ayrılığı baskıya uğramakta; Troçki ve
takipçilerinin başına geldiği gibi hapis ya da sürgünle cezalandırılmaktadır.
Bağımsız düşünceye hoşgörü yoktur. Eskiden Çeka olarak adlandırılan gizli polis
örgütü G.P.U., halkın yaşamı ve özgürlüğü üzerinde sınırsız keyfi bir güce
sahip süper bir hükümet durumundadır. Yalnızca partinin egemen elitinin safında
yer alanlar özgürlüğün, ayrıcalıkların keyfini çıkarmaktadırlar. Fakat böylesi
bir “özgürlük” en kötü despotizm altında mümkündür: Eğer hiçbir şey söyleyemezseniz eksiksiz bir
özgürlüğe sahipsiniz demektir, bu Mussolini’nin ülkesinde de böyledir. Komünist
Partisi Kongresinde tanınmış bir parti üyesinin belirttiği gibi: “Rusya’da
bütün politik partilere yer vardır: Komünist Partisine hükümette, diğer
partilere hapishanede.”
Ekonomik
olarak, devrimin temel hedefi kapitalizmi yıkmak, komünizmi ve eşitliği
kurmaktı. Diktatörlük, eşitsiz ödeme ve ödüllendirmede ayrımcılık sistemini
kurumlaştırarak işe başladı. Endüstri ve tarım proletaryasının doğrudan
eylemiyle ortadan kaldırılan kapitalist mülkiyeti yeniden tanıyarak sona vardı.
Bugün Rusya kısmen devlet kapitalisti ve kısmen de özel kapitalist bir ülkedir.
Ülkenin
ekonomik hayatının felç olmasındaki temel faktörün diktatörlük ve kızıl terör olduğu
açıkça ortaya çıkmıştır. Rakipsiz Bolşevik yönetim halkı bölmüş, despotizmi
kitleleri acılara boğmuştur. Devrimin en iyi unsurları düşman olarak
nitelendirilmiş, her bağımsız çaba baskıya uğratılmış ve onların her
kıpırdanışı iktidardaki partinin özel ilgisiyle karşılaşmıştır. İstemleri olan
özgürlüğün yerine yeni bir tiranlıkla karşılaşan işçilerin cesareti
kırılmıştır. Devrimin kendilerinden geri alındığını ve isteklerine karşı bir
silah olarak kullanıldığını anlamışlardır.
Proleter,
kendi fabrika komitesine Komünist Partisi tarafından diktatörlük uygulandığını
ve bir emekçi olarak çıkarlarını korumada hiçbir yardım görmeyeceğini
anlamıştır. Sendikası, Bolşevik düzenin sözcüsü ve borazanı haline getirilmiş
ve işçi kendini yalnız endüstriyi yönetmekten değil, fakat uzun saatler en
düşük ücrete mahkûm edildiği kendi fabrikasını bile yönetmekten yoksun
bırakılmış bir durumda bulmuştur. Emekçiler kısa bir sürede anladılar ki,
devrim onların ellerinden alınmıştır, onların sovyetleri her türlü iktidardan yoksun
bırakılmış ve ülke, aynı çarlık günlerinde olduğu gibi Kremlin’deki birkaç
insan tarafından yönetilmektedir. Devrim ve yaratıcı faaliyet tasfiye edilmiş,
yeni efendilerce boyun eğdirilen insanların yaşamı, Bolşevikler ve Çekacılar
tarafından sürekli taciz edilmiş, en küçük bir protestoya karşı hapishane ve
idam korkusu yayılmış, işçi, devrime düşman hale getirilmiştir, işçi fabrikadan
kaçmış, fabrika kurallarından en uzak olduğunu düşündüğü ve ekmeğini kazanma
şansı çok az olan köylere sığınmıştır. Bu durum, ülke endüstrisini
çökertmiştir.
Köylü, deri
ceketli ve silahlı komünistlerin, onun sükûnet içindeki köyüne saldırdıklarını,
emeğinin ürününü yağmaladıklarını, eski çarlık görevlilerinin küstahlığı ve
vahşeti ile tehdit edildiğini görmüştür. O, gücünü Moskova’dan alan ve
Kendilerini Bolşevik olarak adlandıran bazı tembel, işe yaramaz köy
aylaklarının kendi sovyetinde hakimiyet kurduklarını anlamıştır. Gönüllü
olarak, hatta cömertçe buğdayını ve hububatın işçi ve askerlerin beslenmesi
için vermiştir ama erzağının tren istasyonlarında ve ambarlarda çürümeye
terkedildiğini görmüştür, çünkü Bolşevikler işlerin yönetilmesini
beceremiyorlardı ve bir başkasının yönetmesine de izin vermiyorlardı. Köylü,
komünist beceriksizlik, bürokrasi ve yiyicilik yüzünden fabrikalardaki ve
ordudaki kardeşlerinin yiyecek kıtlığından acı çektiğini biliyordu. Neden daima
kendisinden daha fazla ürün talep edildiğini anlıyordu. Köylünün onsuz ne
çalışabileceğini ne de yaşayabileceğini bildikleri halde son atma kadar bütün
malına ve ailesinin geçimini sağlayacak erzağa Çekacılar tarafından el
konduğunu görüyordu. Zalimlere karşı ayaklanan komşu köylerin yerle bir
edildiğini, aynı eski günlerdeki gibi köylülerin kamçılandığını ve kurşuna
dizildiklerini görüyordu. Gittikçe devrime karşı bir tavır içine giriyor,
umutsuzluğa kapılarak artık ekme biçme işinin kendisi ve ailesi için bir
ihtiyaç olmadığına karar veriyor, hatta ormana saklanıyordu.
Lenin’in
askeri komünizmi ve Bolşevik metodlar sonunda böyle bir diktatörlüğe vardı.
Endüstri durdu ve açlık bütün ülkeyi kapladı. İşçilerin ve köylülerin çektiği
genel yoksulluk ve acı, Bolşevik rejimi, ayaklanmalarla tehdit etmeye başladı.
Lenin diktatörlüğü kurtarmak için “NEP” diye bilinen yeni bir ekonomik
politikaya girişti.
“NEP”in amacı
ülkenin ekonomik hayatını canlandırmaktı. Bu yolla, hükümet tarafından zorla
müsadere yerine köylülerin artı ürünlerini satmalarına izin verilerek daha
büyük üretim elde edilmesi teşvik edilecekti. Aynı zamanda yasal ticaret
yoluyla ürünlerin değişimi ve eskiden karşı devrimci olarak nitelendirilen
kooperatiflerin canlandırılması mümkün olabilecekti. Fakat Komünist
Partisi’nin, diktatörlüğü sürdürme kararlılığı, bütün ekonomik reformları
etkisiz kılıyordu. Çünkü endüstri, despotik bir rejim altında gelişemezdi.
Ticaret ve alım satım kadar ekonomik büyüme de kişi ve mülkiyet güvenliğini
gerektirir, ekonomik fonksiyonun yerine gelebilmesi için tam bir, özgürlük ve
müdahalesizlik gerekir. Fakat diktatörlük özgürlüğe izin vermez; onun
“garantisi” güvene dayanmamaktadır. Ayrıca, yeni ekonomik politika üretimi
teşvik etme sonucunu yaratmamış ve Rusya yoksulluğun sancısını çekmeye devam
etmiş, ekonomik felaketin kıyısında olma durumu değişmemiştir.
Endüstriyel
alanda diktatörlük, temel amacı üretimi proletaryanın ellerine vermek ve işçiyi
ekonominin bağımsız hakimi haline getirmek olan devrimi güçten düşürdü.
Diktatörlük yalnızca efendileri değiştirdi bağımsız kapitalistin yerine devleti
patron yaptı. Kaldı ki, bağımsız kapitalist, şimdi yeniden Rusya’da yeni bir
sınıf olarak gelişmektedir. Emekçi, önceki gibi bağımlı kaldı. Hatta daha da
fazla bağımlı hale geldi. Emek örgütleri her türlü güçten yoksun bırakıldı ve
hatta işvereni olan devlete karşı grev hakkını bile yitirdi. Malum komünist tez
şudur: “Çünkü işçiler, bir sınıf olarak diktatörlüğün başındadır. Onlar
kendilerine karşı mı grev yapacaklar?” Bu yüzden Rusya’da proletarya, kendisine
yalnızca yaşamını sürdürmek için son derece yetersiz ücret vermekte, sağlıksız
barınma yerlerinde kendi kendisini tıka basa kalabalık bir yaşama mahkûm
etmekte, en sağlıksız koşullar altında çalışmakta, yaşamım ve sağlığını
endüstriyel güvenliği ve ihtiyat eksikliği nedeniyle tehlikeye atmakta ve kendi
kendisini en ufak bir hoşnutsuzluk belirtisi gösterdiği zaman tutuklamakta ve
hapse atmaktadır.
Kültürel
alanda, Bolşevik rejim, egemen elitin görüşünden farklı fikirlere izin vermeyen
bir komünizm ve parti fanatizmi üzerine bir okul eğitimi vermektedir. Bu
eğitim, yönetici sınıf tarafından izin verilen fikirlerin dışında bir başka
fikrin gelişmesine ve serpilmesine fırsat tanımayan politik kilisenin
dogmalarıyla bütün halkı eğitmektedir. Bolşevik sansür tarafından onaylanan
resmi komünist basın yayının dışında Rusya’da basın yayın söz konusu değildir.
Hükümet, konuşma, basın ve toplanma özgürlüğü üzerinde tekel kurduğundan halkın
duygu ve düşüncelerini ifade etmesi mümkün değildir.
Fikir ve
konuşma özgürlüğünün Bolşevik diktatörlükte, Çarlık’ta olduğundan daha az
olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Rusya, Romanovlar tarafından yönetildiği
zaman, en azından gizlice bir broşür ve kitap basabilirdiniz, çünkü hükümet,
kağıt ve baskı araçları üzerinde tekele sahip değildi. Devrimciler ve çeşitli
kişiler daima propagandaları için onları kullanmanın bir yolunu bulabilirlerdi.
Bugün Rusya’da her türlü basım ve dağıtım aracı bütünüyle hükümetin
mülkiyetindedir ve hiç kimse, öncelikle Bolşeviklerin iznini almadan halka
görüşlerini ifade edemez. Otokratik Romanov Rejimi zamanında devrimci partiler
tarafından binlerce illegal yayın basılıyordu. Komünist yönetim altında böyle
bir şeyin olması son derece istisnaidir. Partideki muhalif üyelerin
platformunun basımında Troçki’nin gösterdiği başarı ortaya çıktığı zaman
Bolşeviklerin duyduğu şaşkınlık ve öfke bunun göstergesidir.
Toplumsal olarak,
bolşevik Rusya, devrimden on yıl sonra, kimsenin güvenliğinin ve ekonomik
bağımsızlığının olmadığı, G.P.U.’nun aralıksız işbaşında bulunduğu, ani gece
aramaları ve tutuklamalarıyla insanların sebebi bilinmeden, gizli suçlamalarla,
sözde karşı devrimci olarak nitelenip’, kendilerini savunmaktan yoksun
bırakıldıkları, yargılanmadan ve mahkemeye çıkarılmadan hapsedildikleri ve uzun
yıllar, buzlar içindeki Kuzey Sibirya’ya ya da Batı Asya’nın çorak alanlarına
sürgüne gönderildikleri bir ülke durumundadır. Korkuda eşitliğin kurulduğu ve
“özgürlüğün” sorgulamasız iktidara boyun eğmek anlamına geldiği devasa bir
hapishane.
Ahlaki olarak,
Rusya, zorlama ve korku üzerine kurulmuş bir sistemin yolsuzluk ve alçaltıcı
etkilerine karşı mücadele eden
daha nitelikli bir insan tipini temsil etmekteydi. Devrim, insanın en iyi
içgüdülerini ön plana çıkarmıştı: İnsan değerleri konusunda bilinç, özgürlük ve
adalet sevgisi. Devrimci atmosfer, insanın içinde uykuda olan bu eğilimlere
esin verdi ve geliştirdi, özellikle baskıya karşı duyguların, özgürlük
açlığının, karşılıklı yardımlaşma ve işbirliği ruhunun gelişmesine yol açtı.
Fakat diktatörlük bu özelliklere karşı bir etkide bulundu ve bunların yerine
korku ve nefreti, hoşgörüsüzlük ve zulüm ruhunu geliştirdi. Bolşevik yöntemler
sistematik olarak halkın ahlâkını zayıflattı, köleliği ve ikiyüzlülüğü teşvik
etti, hayal kırıklığı ve güvensizlik ortamı yarattı ve Rusya’da şimdiki
hakimiyete ayak uydurma atmosferini geliştirdi.
Bu mutsuz
ülkede bugün koşullar böyledir, Bolşevik düşüncenin bir insanın zorlama yoluyla
özgür olabileceği, diktatörlüğün özgürlüğe yol açabileceği dogmasının etkileri
bunlardır.
“Devrimin
diktatörlük yüzünden başarısız olduğunu mu düşünüyorsunuz” diye soruyorsunuz.
“Çok geri bir ülke olan Rusya’da bir başarı mümkün müydü?”
Devrim,
bolşevik düşünce ve yöntem yüzünden başarısız oldu. Rus halk kitleleri çarlığı
yıkarken, geçici hükümeti yenilgiye uğratırken, kapitalizmi ve ücret sistemini
yıkarken, topraklar köylüler tarafından ele geçirilirken ve endüstriye işçiler
tarafından el konulurken hiç de “geri” değillerdi. O ana kadar devrim en büyük
başarıyı göstermişti ve halk, adalet, fırsat eşitliği, özgürlük temelinde kendi
yeni yaşamını inşa etmeye başlamıştı. Fakat bir politik parti hükümetin
dizginlerini ele geçirdiği ve diktatörlüğünü ilan ettiği an felaketin gelmesi
kaçınılmaz oldu.
Devrim
gerçekleştiği zaman karşılaştığı koşullarla uğraşmak zorundadır. Onun
kullandığı araçlar ve yöntemler amacı açısından hayatidir. Devrimin kaderi ve
izleyeceği yol bunlara bağlıdır.
Bir ülkenin
toplumsal, politik ya da ekonomik koşulları ne olursa olsun -ister “geri”
Rusya, ister “ileri” Amerika olsun- en önemli problem, sizin neyi başarmak
istediğiniz ve amaçlarınıza ulaşmada ne gibi araçlar kullandığınızdır.
Eğer Rus Devrimi’nin
amacı bir diktatörlük kurmaksa, Bolşevik yöntem haklıdır ve onlar tam bir
başarıya ulaşmışlardır. Ama eğer
devrimin hedefi baskı ve köleliği ortadan kaldırmaksa o zaman Bolşevikler ve
onların politikaları en büyük başarısızlığı ortaya koymuşlardır.
Gördüğünüz
gibi, bu bütünüyle sizin amacınıza, neyi başarmak istediğinize bağlıdır.
Hedefleriniz araçları belirlemelidir. Araç ve amaçlar, gerçekte aynıdır: Onları
ayıramazsınız. Araçlar varacağınız hedefi bilinçlendirir. Araçlar çiçeği
tomurcuklandıran ve meyveyi ortaya çıkaran tohumlardır. Meyve daima, ektiğiniz
tohumların doğal sonucu olacaktır. Kaktüs tohumundan gül yetiştiremezsiniz.
Diktatörlükten insanlık ve adalet, zorlamadan özgürlük ürünü elde edemezsiniz.
Devrimin
kaderi buna bağlı olduğu için bu dersi iyi öğrenmemize izin verilsin. Bütün
insan aklı ve deneyiminin en güzel ifadesi şudur: “Ne ekersen onu biçersin.”
Hasta bir adamı, kanını akıtarak iyileştiremezsiniz. Kitlelerin özgür
aktivitesi devrimin yaşam kaynağıdır, onu tasfiye etmek ya da baskı altına
almak devrimi kansız bırakmak ve öldürmekle birdir.
Bunun anlamı,
devrimin araçlarının amaçlarına uygun olması gerektiğidir. Zorlama ve
diktatörlük değil, yalnızca özgürlük ve kitlelerin ifade özgürlüğü devrimin
amaçlarına hizmet edebilir. Normal yaşamda olduğu gibi devrimde de orta yol
yoktur: Ya diktatörlük ya özgürlük.
Diktatörlük ve
terör Rusya’da denendi. Bu deneyimin sonuçları açık ve ikna edicidir: Bu yol
devrimin yıkımını getirmektedir. Yeni bir yol bulunmalıdır.
“Başka bir yol
var mı?” diye soruyorsunuz. Yalnızca özgürlük yolu vardır ve bu yol şimdiye
kadar hiç denenmemiştir.
Bilmiyorum,
bunu denemeye gönüllü müsünüz? Birçok insanda özgürlük korkusu vardır. Fakat
biliyorum ki, bu yol, özgürlük, adalet ve akıl yolu denenmedikçe devrim, diktatörlük
yoluna gidecek, başarısızlığa uğrayacak ve ölecektir.
Diktatörlük,
ister beyaz olsun, ister kızıl, daima aynı anlama gelir: Zorlama, baskı ve
sefalet. Bu, onun karakteri ve özüdür. Başka bir şey olamaz. Diktatörlük, her
şeyi yöneten bir hükümettir. Fakat Thomas Jefferson‘un zekice belirttiği gibi
“En iyi hükümet en az hükümet olandır.”
Çeviren: Gün
Zileli Rus Devrimi’ne Anarşist Bir Giriş adlı broşürden çevrilmiştir.