“Yakından
bakınca kimse normal değildir.”
Caetano Veloso
Şiddet
dipsiz bir kuyu. Etkilerine, varlığına, sebeplerine, dışavurumlarına,
uygulamalarına ilişkin çok fazla şey söylenebilir. Zira uygulanışıyla da,
etkileriyle de, izleriyle de çok katmanlı. Acı veriyor, baskı altına alıyor,
denetliyor, zorluyor, çepeçevre sarmalıyor, iktidar kuruyor, biçimlendiriyor,
tedirgin ediyor, korkutuyor, üzüyor, ağlatıyor, dehşet saçıyor,
yalnızlaştırıyor, güvensizleştiriyor, düzene sokuyor, uzun lafın kısası
yaşamları cehenneme çeviriyor.
Üstelik
şiddetin birçok çeşidi var. Devlet şiddeti, hakaret, bireysel şiddet, doğrudan
şiddet, baskı, görmezden gelme ve yok sayma, pornografi, fiziksel şiddet,
tehdit, mobbing, savaş, ensest, cinayet, tecavüz, toplu şiddet, taciz,
soykırım, kadına yönelik şiddet, linç, sözlü şiddet, işkence, dolaylı şiddet,
şiddet denince akla ilk gelenlerin birkaçı ve bunlar ne yazık ki kolaylıkla
çoğaltılabilir. Şiddeti salt kapitalist toplumlarla sınırlı düşünmemek gerek;
zira kapitalizm öncesi ve/ya kapitalist olmayan toplum ve topluluklarda[1] da
şiddetlere ilişkin birçok ritüel ve simgesel anlam bulunuyor[2]. Bu nedenle
bir fenomen olarak “şiddeti” tasavvur ederken, onu tüm bu geniş ve yaygın erimi
içerisinde düşünmek gerek.
Şiddet bir
eylemle, tutumla ya da durumla sınırlı değil; süreklilik arz ediyor, her
taraftan, çepeçevre kuşatıyor. Şiddet hallerinin yöntemi, zamanı, mekânı da
sayılamayacak kadar çok ne yazık ki: moderniteden bu yana batıda bireylerin
mahrem kabul edilen cinsellik gibi alanlarından ve kamusal alanın en kitlesel
ve geçip bitmek bilmez –savaşlar, ekonomik buhranlar gibi- zamanlarına değin
neredeyse her yerde, her vakitte. Bu nedenle Somersan’ın vurgusu çok anlamlı:
“Şiddeti
tanıyorum. Tanıdığımı sanıyorum. Niçin yapıldığı, törensel, sesli, sessiz,
simgesel, fiziksel ya da atipik oluşu, başkasına ya da kendine yönelmesi, mazur
görülen sebepler beni ilgilendirmiyor. Hepsi şiddet.” (1996: 41)
Şiddet
hakkında onlarca açıklama var, şiddet üzerine çok şey yazılıp çizildi[3] ve bu
nedenle de burada “şiddetin” neliğine dair yepyeni bir tanım getirme ya da
açıklama ortaya koyma çabası içine girmeyeceğim. Fakat burada dikkat çekmek
istediğim nokta, yukarıda andığım farklı şiddet türlerinde en önemli ortak
noktalardan birinin, şiddete maruz kalanlara, onların iradesi ve istemleri
dışında zor kullanarak, yine kendi doğal istemleri dışında bir şeyler yapılıyor
ve/ya yaptırılıyor oluşu. Böylece belirli gruplar ya da bireyler, şiddet
kullanarak ya da daha dolaylı yollardan, sadece şiddet kullanma olanaklarının
varlığını hissettirerek diğer bazı insanların yaşamlarını şekillendiriyor. Bu
bakımdan, şiddeti iktidar kurmanın bir aracı olarak görmek gerekiyor. Öte
yandan şiddet kullanma -tıpkı mülkiyet gibi- olanağı, hakkı ve hatta tekeli
belirli grupların elinde toplanıyor. Bu şiddet kullanma tekeli, bir yandan
siyasal alanda devletin, diğer yandan ekonomide en geniş anlamıyla burjuvazinin
aygıtlarında somutlaşıyor mesela. Ne var ki bu cinsiyetten bağımsız bir iktidar
değil; aksine eşitsiz cinsiyet ilişkileri ağı içinde biçimleniyor ve eyliyor.
Daha yakından
bakıldığında, kamusal alandan özel alana değin yaşama sinen şiddet hallerinin
birçoğunun faillerinin, onları tasarlayanların ve bu hallerden yarar
sağlayanların önemli bir bölümünün erkekler olduğunu görüyoruz. Zira sosyalist
feminist düşünür Heidi Hartmann’ın işaret ettiği üzere erkekler, içinde
yaşadığımız “kHartmapitalist ataerkil” toplumsal yapının asli failleri
konumundalar[4]. Kadınlar,
çocuklar ve queer[5] bireylerin
hiçbir şekilde şiddet uygulamadıklarını söyleyemeyiz. Fakat onlar halihazırdaki
toplumsal yapı içerisinde şiddet kullanmanın ne tekeline sahipler, ne de ondan
en fazla yarar sağlayan grup konumundalar. Savaşların, tecavüzlerin, linçlerin,
işkencelerin, tacizlerin, kadınlar üzerinde ekonomik şiddet uygulamanın,
queerlar üzerindeki cinsiyetçi ve heteronormatif baskıların ve hatta
mobbinglerin… failleri hep erkekler.
Bir toplumsal
tabaka olarak erkekler, neredeyse tüm ekonomik sınıfları kesen bir biçimde
şiddet kullanma tekelini ellerinde bulunduruyorlar. Şiddet uygulayan erkekler
ile karşılaşmak için –mesela antropolojideki alan araştırmalarında yapıldığı
üzere- fazla uzağa gitmeye gerek yok; evden dışarıya adım atmak, hatta bazen
aynaya bakmak bile yeterli olabilir. Biraz sert bir mecaz kullanacak olursak,
toplumsal ilişkiler içinde işkencecilerimiz ile yüz yüze geliyoruz sürekli.
Kapitalist ataerkilliğin ezilenleri konumundaki kadınlar, queerlar ve çocuklar
erkekler tarafından uygulanan şiddetten kaçamıyorlar. Bu durum o denli yaygın
ki neredeyse bütün kadınlar ve queer bireyler –en azından- yaşamlarının bir
döneminde erkeklerin şiddetlerine maruz kalıyorlar; birçok örnekte de şiddet
yaşamlarının trajik bir parçasını oluşturuyor.
Şiddet
bazılarının iddia etmeyi pek sevdikleri üzere yalnızca “eğitimsiz” “kara cahil”
“yığınların” değil, madunların, alt, orta ve üst sınıflardan erkeklerin de
yararlandıkları bir araç. Örneğin eğitimli üst sınıflardan erkekler de, küçük
esnaf da, vasıflı olmayan çalışanlar da ev içi alanda sıklıkla şiddete
başvuruyorlar. Öte yandan erkeklerin kadınlara ve queerlara yönelik şiddet
eylemlerinin görece hafif cezalar alması aracılığıyla siyaset ve hukuk
tarafından da dolaylı yollardan destekleniyor.
Erkek
egemenliğinin temelinde erkeklerin fiilen şiddet kullanması ve bunun
sonucunda zor kullanma tehdidi ve potansiyellerinin varlığı aracılığıyla elde
ettikleri rıza var. Erkeklik incelemeleri alanının kurucularından Raewyn
Connell’ın[6] işaret
ettiği üzere, bütün erkekler –hatta hayatlarında fiilen hiç şiddetle elini
kirletmemiş olanlar bile- kadınlar ve queerlara karşı şiddetin varlığından
yararlanıyorlar ve halihazırda toplumda kol gezen şiddet ile suç ortaklığı
içine giriyorlar[7]. Böylece
sadece erkek olmaları, erkeklerin erkek egemenliğinden pay almalarına yetiyor.
Böylece yalnızca kişilerarası değil, kitlesel ve toplumsal düzlemlerde de
kaynağını buluyor ve gerçekleşiyor. Böylece kapitalist ataerkilliğin, failleri
erkekler olan yaygın şiddet pratiklerine dayandığını vurgulamak gerekiyor.
Erkeklerin
Şiddetleri
Erkekler tarafından gerçekleştirilen şiddetler, 1980’lerden bu yana gelişen (pro)feminist[8]erkeklik incelemeleri alanındaki en merkezi meselelerden biri olageldi[9]. Alan dahilinde bu sorunsal, temelde Connell’ın ortaya koyduğu doğrultuda, bir yandan farklı “erkeklikleri” inşa eden, öte yandan da erkekliklerin queerlar ve kadınlar karşısında ataerkil toplumsal cinsiyet rejimi dahilinde ayrıcalıklar elde etmesine katkıda bulunması çerçevesinde tartışıldı[10]. Erkeklik incelemeleri, feminizmin ışık tuttuğu yoldan ilerleyerek, tartışmaları makro sosyolojik düzeyden, toplumsal ilişkiler içinde yer alan bireysel aktörlere doğru genişletti. Burada erkeklik incelemelerindeki birkaç kritik katkının altını çizmek istiyorum.
Erkekler tarafından gerçekleştirilen şiddetler, 1980’lerden bu yana gelişen (pro)feminist[8]erkeklik incelemeleri alanındaki en merkezi meselelerden biri olageldi[9]. Alan dahilinde bu sorunsal, temelde Connell’ın ortaya koyduğu doğrultuda, bir yandan farklı “erkeklikleri” inşa eden, öte yandan da erkekliklerin queerlar ve kadınlar karşısında ataerkil toplumsal cinsiyet rejimi dahilinde ayrıcalıklar elde etmesine katkıda bulunması çerçevesinde tartışıldı[10]. Erkeklik incelemeleri, feminizmin ışık tuttuğu yoldan ilerleyerek, tartışmaları makro sosyolojik düzeyden, toplumsal ilişkiler içinde yer alan bireysel aktörlere doğru genişletti. Burada erkeklik incelemelerindeki birkaç kritik katkının altını çizmek istiyorum.
Erkeklik
incelemeleri alanındaki en etkili isimlerden Britanyalı sosyal bilimci Jeff
Hearn, “erkek şiddeti” (male violence) yerine “erkeklerin şiddetleri” (men’s
violences) kavramını kullanmak gerektiğini vurgulamakta[11].
Hearn bunun için dört neden ileri sürüyor. İlkin, “erkeklerin şiddeti” kavramı,
şiddet ile erkekler arasındaki ilişkiyi doğrudan bir biçimde kurduğu için daha
kesindir. İkinci olarak bu kavram, şiddetin biyolojik nedenlerine ya da
biyolojik bakımdan kaçınılmaz oluşuna ilişkin bütün olası varsayımları ortadan
kaldırmaktadır. Üçüncü olarak münhasıran “eril” olan ve erkeklerin tüm
şiddetinin yalnızca bir parçası olan bir şiddet türü bulunduğuna ilişkin
kuşkuları ortadan kaldırır. Dördüncü olarak da erkeklerin şiddetlerinin çoğul
niteliğine vurgu yapmaktadır[12].
Hearn “erkeklerin şiddetleri” kavramıyla bir yandan farklı sonuçları ve
yansımaları olan şiddet pratikleri bulunduğuna işaret ediyor; diğer yandan,
şiddetin erkek biyolojisinin kaçınılmaz bir sonucu olduğuna ilişkin biyolojik
ve sosyobiyolojik açıklamalara karşı çıkıyor ve belki de en önemlisi, şiddet
ile erkeklik arasındaki özcü bağlantı çabalarını ortadan kaldırmak gerektiğine
vurgu yapıyor. Zira erkekler aslında şiddetler ile kaçınılmaz ve ayrılamaz bir
ilişki içinde olmak zorunda değiller ve (pro)feminist erkeklik siyasalarının da
sık sık altını çizdiği üzere “başka türlü erkeklikler mümkün”[13].
Öte yandan,
1980’lerden bu yana erkek şiddetine karşı mücadelenin öncü isimlerinden Michael
Kaufman, erkek şiddetinin temelinde kadınlara, diğer erkeklere ve kendilerine yönelik
olmak üzere üç yön bulunduğunun altını çiziyor ([1987] 2001). Kaufman’ın
sunduğu bu üç yönlü modele kadınlara yönelik –feminist mücadelenin kazanımları
sonucunda artık devletlerin bile göstermelik olarak da olsa karşı çıkmak
zorunda kaldıkları- şiddetin yanı sıra queerlara yönelik şiddeti de eklemek
gerek. Ancak bu model, yukarıda andığım sınırlılığına karşın, erkeklerin
şiddetlerinin sadece kadınlar ve queer bireylere yönelik olmadığını, erkeklerin
diğer erkeklere ve kendilerine yönelik şiddetlerinin de erkek egemenliğinin
önemli bileşenleri olduğunu vurgulaması açısından önemli.
Kaufman,
izleyen dönemde (pro)feminist erkeklik hareketlerinin en ünlü ve en popüler
metinlerinden biri olan ve yazarın Türkiye ziyaretinde “Erkek Kaynaklı Şiddetin
Yedi Nedeni” adıyla Türkçe’ye çevrilen “The Seven P’s of Men’s Violence”ı
yayımladı[14].
Bu yazıda Kaufman erkek şiddetinin temelinde (1) “ataerkil iktidar”, (2)
“ayrıcalık taşımanın hak olduğu algısı”, (3) “onaylama”, (4) “erkek iktidarı
paradoksu”, (5) “psişik erkeklik zırhı”, (6) “psişik düdüklü tencere olarak
erkeklik” ve (7) “geçmiş deneyimlerin” bulunduğunu ileri sürdü. Böylelikle,
yapısal bir bütün olarak erkek egemenliğinin yanı sıra, ataerkilliğin erkekler
üzerindeki psikolojik sonuçlarını ile bireysel güdülenmeleri şiddetin gerekçesi
olarak göstermekteydi. Sonraki yıllarda bu popüler metin, uluslararası ölçekte
etkili kadına yönelik şiddete karşı erkeklerin katılımını amaçlayan White
Ribbon Campaign[15] (Beyaz
Kurdele Kampanyası) tarafından yaygın bir biçimde kullanıldı. Ancak Kaufman’ın
fikirleri ve bu fikirlerin uygulama zemini bulduğu White Ribbon Campaign gibi
geniş ölçekteki sivil toplum platformlarının, erkeklerin şiddetlerinin yapısal
boyutu olan ataerkilliği büyük ölçüde geri plana attığı açık.
Burada sözünü
etmek istediğim üçüncü katkı, yine erkeklik incelemelerinin en önemli
kuramcılarından biri olan Amerikalı sosyolog Michael Kimmel’ın “Masculinity as
Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity”
(Homofobi Olarak Erkeklik: Cinsiyet Kimliğinin İnşasında Korku, Utanç ve
Sessizlik) adlı ünlü yazısında erkeklikler ile homofobi arasındaki ilişkiye
dair yaptığı vurgu[16].
Kimmel, bir toplumsal inşa olarak (ataerkil) erkekliklerin en önemli
bileşenlerinden birinin homofobi olduğuna işaret etmekte. Toplumsal cinsiyet
kimliği olarak erkeklikler, eştoplumsal[17] uzamlarda
ve baba-oğul ilişkisi, erkekler arası arkadaşlıklar, askerlik, erkeklere açık
-futbol gibi- sporlar gibi eştoplumsal ilişkiler içinde şekillendiğini
vurguluyor. Bu toplumsal ilişkiler içinde erkeklikler cinsel ve toplumsal
yönelimlerine kerteriz olarak, ataerkil toplumda hâkim konumda bulunan
erkeklerde, film kahramanlarında, siyasetçilerde, din adamlarında,
öğretmenlerde, yaşlılarda, askerlerde, çalışma arkadaşlarında ve milyonlarca
diğer erkekte bulunan homofobiyi yerleştirirler. Homofobi, erkeklerin eşcinsel
olmaktan, böyle kabul edilmekten duydukları “akıldışı” korkudur. Marx’ın “ölü
kuşakların geleneği, yaşayanların zihinlerine büyük bir ağırlıkla kâbus gibi
çöker” sözünü alıntılayan yazar, meselenin temelinin gerçekte erkeklerin diğer erkeklerle
yakınlık kurmaktan duydukları korku olduğunu belirtir[18].
Homofobinin erkekler arasında dehşete varan bir korku yarattığının altını çizen
Kimmel, “homofobi erkekliğe dair kültürel tanımımızı örgütleyen merkezi
ilkelerden biridir” der[19].
Kimmel’ın homofobi üzerine toplumsal ve psikolojik açıklamaları bir araya
getiren fikirlerine transfobiyi de eklemek gerektiği kanısındayım. İşte queer
olarak anılmaktan duyulan korkular erkekler arasında öylesine büyük bir dehşet
yaratıyor ki bu yön değiştirerek queerlara yönelik nefret, hınç ve şiddete
dönüşüyor.
Erkeklerin
şiddetlerini anlamak için çok yönlü bir yaklaşımın gerekli olduğunu
düşünüyorum. (Pro)feminist erkeklik incelemeleri bu doğrultuda son derece
önemli bir bakış açısı sunuyor[20].
Fakat (pro)feminist erkeklik incelemeleri ve siyasalarının bireysel aktörlere
odaklanan yaklaşımlarının tam anlamıyla yeterli olmadığını düşünüyorum. Erkek
egemenliğinin şiddet ile göbekten bağlı olduğunun altını bir kez daha çizmek
gerekiyor. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, erkeklerin
şiddetlerinin, her şeyden önce yapısal bir nitelik barındırıyor oluşu.
Ataerkillik binlerce yıldır varolan bir
toplumsal yapı ve günümüzde kapitalist ataerkillik olarak varlığını sürdürüyor.
Neredeyse soluduğumuz havaya kadar tüm toplumsal ve kültürel ilişkiler
ataerkilliğe entegre durumda. Erkekler, doğar doğmaz halihazırda varolan erkek
egemenliğinin bir parçası haline gelmeye ve ondan yararlanmaya başlıyorlar.
Kadınlar ve queer bireyler, erkeklerin de facto hakim konumda olduğu
bu toplumsal yapı içinde eziliyorlar ve ikincilleştiriliyorlar. Şiddetler, işte
böyle yapısal bir ortamda kaynağını buluyor.
Erkeklere,
kadınlara, queer bireylere, çocuklara ve kendilerinin daha zayıf olduklarını
kabul ettikleri diğer erkeklere yönelik şiddet uygulama ayrıcalığı tanınıyor.
Şiddetler, erkek olmanın ayrılmaz bir parçası ve bir önkoşulu olarak
değerlendiriliyorlar. Tecavüzden dayağa, queerlara yönelik linçlerden
pornografiye şiddet kullanmanın her türlüsü, meşru ve makul sınırlar dahilinde
kalmak koşuluyla ataerkil erkekliklerin hakkı olarak görülüyor ve hatta birçok
durumda teşvik ediliyor. Toplumsal yapıyı besleyen, güçlendiren ve yeniden
üreten erkeklerin şiddetleri genel olarak reddedilen ve lanetlenen değil,
alttan alta tolere edilen haller olarak değerlendiriliyor. Bir örnek vermek
gerekirse, Türkiye’de son on yıldaki en fazla ses getiren kadına karşı şiddet
vakalarından biri olan Güldünya Tören’in öyküsü, baştan başa bu ayrıcalık ve
toleranslar ile çevrili. Güldünya, tecavüze uğramasının ardından, ailesi
tarafından tecavüzcüsüyle evlendirilmek istendi. Evlenmeyi reddedince, hamile
kaldığı gerekçesiyle ailesinin aldığı bir karar sonucu abileri tarafından
gündüz sokak ortasında öldürüldü. Bu namus cinayetinin ardından namus
cinayetinin azmettiricisi olan babası, Güldünya’nın tecavüzcüsü ile yüzleşerek
ondan kendi meşrebince hesap sormak istedi. Sokakta rastlantı sonucu
gerçekleşen bu yüzleşmede tecavüzün faili, Güldünya’yı fahişe olmakla
suçlayarak ona hakaret edince, Güldünya’nın babası tarafından öldürüldü[21].
Tecavüzden mağdurun tecavüzcü ile evlendirilmek istenmesine, namus cinayetinden
tecavüzcünün mağdurun baba tarafından öldürülmesi ve bu ikinci cinayetin
gerekçesine değin tüm bu öykü, erkeklerin onay ve kabul gören şiddetlerinin
yarattığı korkunç bir trajediler sarmalıdır.
Erkekler için
şiddet yapısal bir hak olarak görüldüğü içindir ki erkeklerin şiddet halleri
onaylanıyor. Erkeklerin şiddetleri ile bireysel düzlemin yanı sıra yapısal
düzlemde de mücadele etmenin elzem olduğu kanısındayım.
Şiddetlerin Erkekleri
Son olarak,
erkeklerin şiddetine dair yakın dönemdeki birkaç olaydan söz etmek istiyorum.
Yukarıda da tartıştığım üzere, kadınlara ve queer bireylere yönelik erkeklerin
şiddetleri neredeyse her gün ve her köşe başında karşımıza çıkıyor. Erkekler, Günçıkan’ın
ifadesiyle neredeyse “güçlü bir cinayet şebekesi gibi”[22].
Fakat şiddet çok defa gizlenmeye çalışılan, utanç, kibir ve gurur zırhının ardına
saklanan bir olgu. Erkekler şiddet kullanmayı, öldürmeyi, acı çektirmeyi ve
tecavüz etmeyi hak olarak, ellerinin kiri, namuslarının bir parçası
görürlerken, kendilerine ancak şiddetin trajedisi kalan kadınlar ve queer
bireyler kendi içlerine gömerek ondan uzaklaşmaya ve geçici bir ferahlık
bulmaya çalışıyorlar. Böylece erkeklerin şiddetleri, ancak ölüm olduğunda, denk
gelirse gazetelerin üçüncü sayfalarında kendine yer bulan ve istatistiklerde
gerçek değerleriyle karşımıza çıkmayan bir olgu olarak varlığını sürdürüyor. Bu
yazının yazıldığı günlerde anaakım medyada olanca vahameti ile gündeme gelen
“Cinsel Saldırı Suçları Son Dokuz Yılda Yüzde 400 Arttı”[23]başlıklı
haber, maalesef sadece buzdağının görünen yüzünü yansıtır nitelikte. Feminist
mücadelenin ısrarlı takibi ve adalet mekanizmaları üzerindeki baskısı yeterli
olmasa da son derece değerli kazanımların yaşanmasına yardımcı oldu. Erkeklerin
şiddetleri yargılandı ancak bu şiddet eylemleri çoğu kez hafif cezalar aldı[24].
Bu nedenle haber sitesi BiaNet’in 2008 Nisanından bu yana anaakım medyada
erkeklerin şiddetlerinin çetelesini[25] tutması
şiddetin görünürleşmesi adına son derece anlamlıdır[26].
Yukarıda da
belirttiğim üzere, erkeklerin şiddetleri konusunda sadece kadınlara yönelik
şiddet eylemlerine bakmak şiddet hakkında eksik bir bakış açısının oluşmasına
yol açıyor. Kadınlar, bu şiddetten en çok zarar gören gruplardan biri. Ancak
oldukça yaygın bir biçimde queer bireyler de erkeklerin şiddetine maruz
kalıyorlar. Üstelik erkeklerin heteroseksist şiddetlerinin yanı sıra
homofobiye, transfobiye maruz kalıyorlar, gündelik yaşamda görünmez olmaya
zorlanıyorlar. Varoluşları kabul edilmediği gibi, sıklıkla siyasetçiler ve
medya tarafından hedef gösteriliyorlar. Son dönemde queerlara yönelik linç
girişimleri gerçekleşmeye başladı: 2006 yılında Ankara Eryaman’da[27] ve
2012 güzünde İstanbul Avcılar’da[28] olup
bitenler bu vahim sürecin en bilinen örnekleri. Bu kolektif şiddet eylemleri,
queerlara yönelik bireysel saldırıların bir devamı ve genişlemesi niteliğinde.
Üstelik yukarıda da belirttiğim erkeklerin şiddetin ataerkillik nedeniyle
onaylanması nedeniyle bu eylemler çoğu kez cezalandırılmaksızın örtbas ediliyor[29].
Hatta cezalandırmanın da ötesinde, medyanın heteoseksist tavrı, queerlara
yönelik ayrımcılığın da ötesine geçerek, bilinçli bir suskunluk ve sansürün
yaşanmasına yol açıyor. Bu öylesine gözü dönmüş bir şiddet ki, artık linç
eylemleri bile görünmez kılınmaya çalışılıyor.
Her ne olursa
olsun, soyut bir şiddet canavarı ile karşı karşıya değiliz. Erkeklerin şiddetleri
söz konusu olduğunda akla gelen şeylerden biri de şiddetlerin reel faillerinin
kim olduğu. Diğer bir deyişle şiddet pratiklerini bilfiil kimlerin
gerçekleştirdiği, şiddete ilişkin tutumları bilfiil kimlerin takındığı, bilfiil
kimlerin şiddeti tasarladığı ve tasavvur ettiği, kimlerin şiddetten bilfiil pay
aldığı… Buna çok kısa ve doğrudan bir yanıt vermek gerekiyor. Şiddetler,
ataerkillik dahilindeki erkekliklerin neredeyse soludukları hava gibi en önemli
unsurlarından biri. Şiddetten pay almayan ve yaşamının bir anında da olsa
şiddet uygulamayan erkek bulmak çok zor belki de imkansız. Bunun için çuvaldızı
kendimize batırmamız, şiddeti topyekün reddetmemiz ve şiddetle sürekli mücadele
etmemiz gerekiyor.
(Bu yazı ilk
olarak Felsefe Yazın dergisinin "Eril Şiddet: Fail ve Mağdurun
Ötesinde" dosya konulu 21. sayısında yayınlanmıştır)
Referanslar
Bozok, Mehmet
(2011), Soru ve Cevaplarla Erkeklikler. SOGEP, İstanbul.
Bozok, Mehmet
(2009), “Feminizmin Erkekler Cephesindeki Yankısı: Erkekler ve Erkeklikler
Üzerine Eleştirel İncelemeler”. Cogito, 58, ss. 269-284.
Cogito, (1996)
6-7.
Connell, R. W.
(2005), Masculinities. University of California Press, Berkeley.
Connell, Bob
(1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. C.
Soydemir (çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Hartmann,
Heidi (2006), Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği. G. Aygen (çev.) Agora
Kitaplığı, İstanbul.
Hearn, Jeff
(1998). The Violences of Men. London: Sage Publications.
Kaufman,
Michael ([1987] 2001), “The Construction of Masculinity and the Triad of Men’s
Violence. İçinde, Kimmel, M. S. ve Messner, M. A. (der.) Men’s Lives.
Allyn and Bacon, Boston, ss. 4-16.
Kaufman, Michael
(1999), The Seven P’s of Men’s Violence. http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2009/01/kaufman-7-ps-of....
4 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
Kaufman,
Michael (1999), Erkek Kaynaklı Şiddetin 7 Nedeni. http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2008/12/kaufman-erkek-k....
4 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
Kimmel,
Michael S. (1994). Masculinity as Homophobia: Fear, Shame and Silence in the
Construction of Gender Identity. İçinde, Brod H. and Kaufman M. (der.) Theorizing
Masculinities. Sage Publications, Thousand Oaks, 142-163.
Riches, David
(der.) (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Somersan,
Semra. (1996). “Şiddetin İki Yüzü”. Cogito, 6-7, ss. 41-50.
Ünsal, Artun.
(1996). Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi. Cogito, 6-7, ss. 29-36.
White Ribbon
Campaign (Beyaz Kurdele Kampanyası) http://www.whiteribbon.com/
[3] Örneğin bu alanda Türkçe kapsamlı
bir derleme için Cogito’nun 1996’da yayımlanan “Şiddet” başlıklı sayısına
bakılabilir. Bu sayıda yer alan Artun Ünsal’ın “Genişletilmiş Bir Şiddet
Tipolojisi” başlıklı yazısı şiddetin farklı dışavurumlarına ilişkin bir
kategorizasyon sunuyor (1996: 29-36).
[4] Heidi Hartmann, Marksizmle
Feminizmin Mutsuz Evliliği. G. Aygen, (çev.) Agora Kitaplığı, İstanbul,
(2006).
[5] “Queer” kavramını
heteroseksüellik dışındaki bütün cinsel yönelimleri kapsayacak şekilde
kullanıyorum.
[6] Connell, çeşitli metinlerinde
“Bob Connell”, “R. W. Connell”, “Robert William Connell” ve “Raewyn Connell”
isimlerini kullanmaktadır.
[8] Bu kavramı erkeklerin “feminist”
mi yoksa ancak “profeminist” mi olabileceği yolundaki tartışmaları bir yana
bırakmak için kullanıyorum.
[9] Bu alandaki başlıca yaklaşımlar
hakkında genel bir bakış için bkz. Mehmet Bozok, “Feminizmin Erkekler
Cephesindeki Yankısı: Erkekler ve Erkeklikler Üzerine Eleştirel İncelemeler”. Cogito,
Sayı: 58, ss. 269-284, 2009.
[10] Bob Connell, Toplumsal
Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. C. Soydemir (çev.).
Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998. Raewyn Connell, Masculinities. University
of California Press, Berkeley, 2005.
[13] Soru ve Cevaplarla Erkeklikler’de
vurguladığım üzere, “Ataerkilliğin ortadan kalkması için erkekler de
değişmelidir. Değişmek mümkündür!” (Bozok, 2011: 92).
[14] Michael Kaufman (1999) “The Seven
P’s of Men’s Violence”. http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2009/01/kaufman-7-ps-of....
4 Kasım 2012 tarihinde erişildi. Türkçesi için, Michael Kaufman, (1999). “Erkek
Kaynaklı Şiddetin 7 Nedeni”. http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2008/12/kaufman-erkek-k....
4 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[16] Michael Kimmel. “Masculinity as
Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity”.
İçinde, Brod H. and Kaufman M. (der.) Theorizing Masculinities. Sage
Publications Thousand Oaks, ss. 142-163, 1994.
[17] Bu kavramı, İngilizcede aynı
cinsiyetten ya da aynı cinsel yönelimden bireyler arasındaki toplumsal
ilişkilere işaret eden “homosocial” kavramının karşılığı olarak kullanıyorum.
[18] Michael Kimmel. “Masculinity as
Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity”.
İçinde, Brod H. and Kaufman M. (der.) Theorizing Masculinities. Sage
Publications Thousand Oaks, ss. 130-131, 1994.
[20] İnterdisipliner bir alan olarak
gelişen erkeklik incelemeleri birçok kuramsal yaklaşım barındırıyor ve bu
metnin sınırları içinde sözünü ettiklerim, alan dahilindeki açıklamalardan
yalnızca birkaçı.
[21] http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCld%C3%BCnya_T%C3%B6ren,
10 Kasım 2012 tarihinde erişildi;http://haber.gazetevatan.com/al-kizini-kerhaneye-gotur/488264/7/Haber,
10 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[22] http://bianet.org/biamag/kadin/133717-guclu-bir-cinayet-sebekesi-erkekler.
29 Ekim 2011’de erişildi.
[23] http://www.aa.com.tr/tr/haberler/98035--cinsel-saldirilar-9-yilda-yuzde-...,
8 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[24] http://www.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/141893-kadinlar-mucadele...,
9 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[25] Bu çetele için bkz. http://www.bianet.org/bianet/bianet/133354-bianet-siddet-taciz-tecavuz-c...,
9 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[26] http://www.bianet.org/bianet/bianet/117382-neden-erkek-siddetinin-cetele...,
8 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[27] http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/80406-ahlak-timlerinden-trave...,
8 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[28] http://www.bianet.org/bianet/lgbtt/141926-mahalle-baskisi-muhru-getirdi-...,
8 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[29] http://www.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/110331-mahkeme-eryaman-s...,
8 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
No comments:
Post a Comment