Ermeni Soykırımı son yıllarda biraz daha yüksek sesle
konuşulmaya başlansa da, 1914-21 arasında Karadeniz’deki Pontos Rumlarının
uğradığı soykırım neredeyse hiç konuşulmuyor. Konuyla ilgili önemli çalışmaları
bulunan Tamer Çilingir’in ‘Pontos Gerçeği: 1914-21 arasında Karadeniz’de
yaşananlar’ başlıklı kitabı Belge Yayınevi tarafından yayınlandı. Çilingir’le,
‘Pontos Gerçeği’ni konuştuk.
Pontos Soykırımı'nın tarihini kısaca özetleyebilir misiniz?
1894 yılında Abdülhamit’in Ermenilere yönelik katliamlarıyla
başlayıp, 1915’te İttihat ve Terakki yönetimi tarafından 1,5 milyon Ermeni ve
300 bine yakın Süryani’nin hayatına mal olan Büyük Hıristiyan Soykırımı’nın son
etabıdır Pontos Rum Soykırımı.
1914-1921 yılları arasında Amasya, Samsun, Giresun’da
134.078, Niksar’da 27.216, Trabzon’da 38.434, Tokat’ta 64.582, Maçka’da 17.479,
Şebinkarahisar’da 21.448 olmak üzere 1921-23 yılları arasında ve Mübadele
yollarında hayatını kaybeden 50 bin insanla birlikte toplam 353 bin Pontoslu
Rum soykırımına uğratılmıştır.
Günümüzde 1915'teki Ermeni Soykırımı halen yüksek sesle
olmasa da konuşulmaya başlandı ancak Pontos Soykırımı genellikle bilinmiyor. Bu
bilinmezliğin başlıca sebepleri nelerdir?
İlk sorunuza verdiğim yanıtta belirttiğim gibi, soykırım
süreci 1915 ile sınırlı değildir ve böyle de ele alınmamalıdır. Soykırım süreci
üç önemli siyasi iktidarın (Abdülhamit, İttihat ve Terakki Cemiyeti ve
Kemalistler) Osmanlı’nın geride kalan son toprak parçasındaki Hıristiyan
uluslara yönelik peşi sıra uyguladıkları dünyada eşi benzeri olmayan ve
Hitler’e de esin kaynağı olacak bir özelliğe sahiptir.
Ancak bu soykırımın son etabının yani Pontos Rum Soykırımı’nın gerçekleştiği
koşullarda içinde bulunulan konjönktürel durum çok farklıdır. Ve Rumları tümden
imha etme etabı başlamadan önce de örneğin sadece Karadeniz’de katledilen
Rumların sayısı 150 bine yakındır. Mustafa Kemal’in 1919 yılında Samsun’a
gelişiyle bu süreç tamamen yok etme sürecine evrilecektir.
Ermeni Soykırımı dünyanın hemen her ülkesinde yüz yıldır konuşuluyor, hemen her
ülkenin üniversitelerinde bu konuda akademik binlerce çalışma var. Bunun en
önemli sebeplerinden biri Ermeni ulusunun 20.yüzyıla girilirken hayatın birçok
alanında örgütlü oluşudur. Soykırım sürecinde de bu örgütlülükler dünyanın
birçok yerinde seslerini yükseltmiş ve özellikle Ermenilere yönelik soykırımı
sürecinde yaşananları dile getirebilmiş olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın
kaybedenler safında yer alan Osmanlı mahkemeleri bile İttihat ve Terakkicileri
yargılayıp mahkum etmiştir. Büyük Hıristiyan Soykırımı’nın bu evresinde (1915)
İttihat ve Terakkicilerin yol arkadaşı Almanya da suç ortağıdır. Dolayısıyla
Almanya ile çelişkileri olan daha doğrusu Birinci Dünya Savaşı’nın karşı
cephesinde yer alan başta İngiliz ve Fransız devletleri bu konuda en azından
sessiz kalmamışlardır. Türkiye’de ise son yıllarda özellikle Hrant Dink’in
katledilmesinden sonra konuşulmaya başlanmış bir konudur Ermeni Soykırımı.
Devlet açısından bakıldığında ise inkâr hâlâ temel politikadır.
Pontoslulara yönelik soykırımın dünyada daha alt tellerden seslendirilmesinin
temel nedenlerinden biri, o dönem dünya siyasetinde önemli rol oynayan
devletlerin de suç ortaklığıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu dünya
savaşının galibi emperyalist devletlerin ittifakı ile gerçekleşmiştir. Ve tabii
dünyanın ilk sosyalist devrimini gerçekleştiren Sovyetler Birliği de Türkiye
Cumhuriyeti’ni hem siyasi hem askeri destek vererek onaylamıştır.
‘Emperyalizme, yedi düvele karşı bir kurtuluş savaşı’ masalının gölgesinde
bütün Karadeniz kana bulanmış ve 1923 yılında Lozan’da yapılan anlaşma
neticesinde gerçekleşen Mübadele ile de tüm olan bitenin üzerine sünger
çekilip, adeta mal değiştirir gibi Osmanlı’dan geri kalan topraklardaki
Ortodoks Rumlar ile Yunanistan’daki Müslümanlar yer değiştirilmiş, binlerce
yıldır yaşadıkları topraklardan sürgün edilmiştir. Yani Pontos’taki Rumların
soydaşı Yunanistan bile olan bitenin sorumlularıyla masaya oturup el
sıkışmıştır.
1927 yılında okumaya başladığı ‘Nutuk’ ile tarihi yeni baştan yazan Mustafa
Kemal’in resmi tarihi bugüne kadar sınırlı birkaç aydın ve örgütlenme haricinde
hâlâ eleştirilememiş, bu tarihle hesaplaşılamamıştır. İşte bu yüzden, Büyük
Hıristiyan Soykırımı’nın ilk etabı cumhuriyet öncesinde olduğu için kimi
kesimlerce (çok küçük bir kesim) kabul
görebilirken, Pontos Soykırımı’ndan bahsetmek, cumhuriyeti de sanık
sandalyesine oturtacağından ‘bilinmezliğini’ sürdürmektedir.
Karadeniz'de Pontos Soykırımı'na dair bakış ne yönde?
Yerelde ciddi bir kimlik inkârıyla karşılaşıldığı söylenebilir mi? Bu konuda
Trabzon'un özel bir hassasiyetle öne çıkması nasıl açıklanır?
Karadeniz’de demografik yapının çok değiştiği/değiştirildiği
iddiaları pek gerçeği yansıtmıyor öncelikle bunu belirteyim. 1461 yılından
(Osmanlı Sultanı Mehmet’in Trabzon’u işgali) itibaren Osmanlı kayıtları (tahrir
defterleri, salnameler, vb.) ve son Mübadele sonrası Yunanistan’dan gelen
Müslümanlarla ilgili çıkan birçok Cumhuriyet kaynakları bize gösteriyor ki, 600
yıldır Pontos’ta yaşayan nüfus ya Müslümanlaştırılmış ya da 1914-1923 yılları
arasındaki gibi katledilmiş ya da 1923 yılındaki Mübadele sürecinde olduğu gibi
Pontos’tan sürgün edilmiştir.
Mübadele ile Osmanlı’dan geri kalan topraklardan Yunanistan’a sürgün edilen
Ortodoks Rumların sayısı 1 milyon 250 bin ( Pontos’tan gidenlerin sayısı 200
bin civarındadır), Yunanistan gelen Müslümanların sayısı ise 500 bindir. Ve bu
gelen Müslümanların çok azı Pontos’a yerleşmiştir.
Osmanlı yönetiminde peyderpey Müslümanlaştırılan ve soykırımı süreci ile artık
Ortodoks kimliğin tamamen silindiği Pontos topraklarında bugün Rumlar artık
Müslüman kimliği ile yaşıyorlar.
600 yıllık zulmün ve soykırımın tanığı Pontos insanının yaşadığı travma elbette
sosyoloji biliminin ilgi alanındadır. Ancak yüzyıllar boyunca egemenlere karşı
yaşama mücadelesi veren bu insanlar, kimi zaman dinlerini kimi zaman dillerini
kimliklerini değiştirse de hiç bir zaman egemenler tarafından güvenilir
olmamışlar ve bu onlara hep hissettirilmiştir.
Bu gün ‘Temel fıkraları’na konu edilerek komikleştirilip aptal yerine konan,
aşağılanan, şivesiyle, burnuyla alay edilen, özellikle Trabzon çevresinde hâlâ
Rumca konuşanlara “bu dili nerden öğrendiniz” soruları sorulan bu insanlara
hâlâ kendilerine güvenilmediği hatırlatılarak ötekileştirilmeye devam
etmektedir. İşte bu nedenle adeta bir toplumsal reflekse dönüşen ‘en iyi Türk
biziz’, ‘en iyi Müslüman biziz’ diyerek kendilerini hâlâ egemenlere kabul
ettirmek içim yaşam mücadelesini sürdürmektedirler yüz yıldır. Bu yüzden
kontrgerilla ve Milliyetçi-Müslüman Türk çeteleri Karadeniz’de çocuklardan
katiller yaratma becerisine sahip olabilmiştir.
Pontos’ta yaşayan istisnasız herkes “Acaba Rum muyuz?”
sorusu ile karşı karşıyadır en azından yüz yıldır. Bunun böyle olmadığını ispat
etmek için uğraşan her ailenin bir sonraki jenerasyonunda bu soru tekrar tekrar
mutlaka gündeme gelmiştir.
Müslümanlıkla ilgisi olmayan hatta Hıristiyan inancına uygun birçok gelenek
Pontos’ta devam etmektedir. Çok yerde tabutla gömülmek, yumurta boyamak,
Kalandar etkinlikleri vb. adetler sürüyor. Giysiler, kemençe, horon, halk
şarkıları, yemek alışkanlıkları, eğlenceler ise binlerce yıllık Pontos
folklorunun baskın izlerini taşır.
Trabzon’un bu konuda öne çıkmasının da sebebi budur. Çünkü bugün Pontos’un Rum
geçmişinin en önemli izi olarak söyleyebileceğimiz ‘Pontos Rumcası/Romeyika’
Trabzon’da 300’ün üzerinde köyde yaşayan bir dildir.
Pontos Soykırımı'yla ilgili çalışmalara Türkiye'de ne zaman
başlandı?
Ne yazık ki bu konuya dair 100 yıl boyunca yazılı çizili
birkaç makale dışında hiç bir şey yoktur. 1996 yılında Ömer Asan’ın ‘Pontos
Kültürü’ kitabı Pontos kültürü hakkında yazılı cumhuriyet tarihinin ilk
kitabıdır. Özellikle Trabzon ve çevresinde konuşulan dil olan ‘Romeyika’dan
yola çıkarak, soykırımından söz edilmemiş olsa da Pontos’tan çıkan ilk sestir,
önemlidir, değerlidir. Son yirmi yıl içerisinde Yunanistan’daki akrabalarını
bulan ve bu nedenle de yüz yıl öncesinin Pontos sürgünleriyle görüşme olanağı
bulan birçok aile ve onların çevresinde ciddi bir duyarlılık oluştu.
Yunanistan’dan Pontos’taki akrabalarını arayanlar, Pontos’tan Yunanistan’daki
akrabalarını arayan, bunun için ilanlar veren, internet sitelerine yazılar
yazan insanlar var.
Pontosla ilgili yazılmış (tümü resmi tarih yanlısı) kitaplar yok satıyor,
sürekli yeni baskıları çıkıyor.
Ben ve bir kaç arkadaşım yaklaşık 6 yıl önce bu konuda hem Türkçe çıkmış
yayınları hem Yunanca çıkmış yayınları okumaya başlayarak aynı zamanda Ermeni
Soykırımı ile ilgili çalışmalar yürüten araştırmacı, akademisyen ve yazarlarla
ilişki kurarak Pontos’un karanlık tarihini öğrenmek için bir adım attık.
Ben ve arkadaşlarım ailelerinin ana dili Pontos Rumcası/Romeyika olan
insanlarız. Yani çocukluğumuzdan itibaren ‘Biz Rum muyuz?’ sorusunun yanıtını
bulamamıştık. Ve tabii Hrant Dink’in bir Trabzonlu tarafından katledilmesi de
bir Trabzonlu olarak beni de sarsmıştı.
Üstelik daha önce de bir papazın bıçaklanması ve ardından öldürülmesi, ırkçı
saldırı ve linçlerle anılan bir şehir olan Trabzonlu olmam, olmamız, bu konuda
beni ve bizi daha da sorumlu hissettirdi. Aslında bilimsel temellerini
oturtamamış olmamıza rağmen sebebini çok iyi bildiğimiz bu durumun geçmişimizle
ilgisini bilimsel temellere oturtmak için kollarımızı sıvadık.
Nihayet 2016 yılının Nisan ayında Ankara’da yüz yıl sonra bir ilki
gerçekleştirdik.
‘1. Dünya Savaşı ve Sonrası Pontos Rum Soykırımı Konferansı’ başlığıyla
yapılan konferansa benimle birlikte Vilasis Ağcidis, Fikret Başkaya, İsmail
Beşikçi, Ahmet Demirel, Sinan Çiftyürek, Mert Kaya, Mahmut Konuk, Theofanis
Malkidis, Baskın Oran, Stergios Thedoridis, Attila Tuygan, Yannis Vasilis
Yaylalı ve Sait Çetinoğlu gibi isimler katıldı ve sunumlar yaptılar.
Yüz yıl sonra ilk kez Pontos Rum Soykırımı akademisyenler, araştırmacılar ve
yazarlarca dile getirilmiş oldu. Katılımcıların ağırlığı Pontoslu,
izleyicilerin tümü Pontoslu idi. Televizyonlar, gazeteler, birçok muhalif
örgütlenme konferansa kayıtsız kaldı ama olanaklar ölçüsünde sosyal medyada
konferans canlı olarak yayınlandı ve dünyanın bir çok yerinden izlendi.
Ben üç yıl süren bir çalışma sonucu kitabımı bitirdim ve Pontos Rum Soykırımı
ile ilgili ilk kitap olma özelliği taşıyan ‘Pontos Gerçeği’ ortaya çıktı.
Son birkaç yıldır genç akademisyenler Pontos’a ilişkin ilgilerini
belirtiyorlar. Yakın zamanda bu konuda yeni çalışmaların ortaya çıkacağını
umuyorum. Devlet kurumlarının, arşivlerin bilimsel çalışmalara izin vermeyen
tutumlarına rağmen gerçekler bir biçimiyle ortaya çıkıyor. Benim kitabımdaki
bir çok belge ve kaynak cumhuriyet tarihi ve Türkçe kökenlidir mesela. Görmek
istedikten sonra resmi tarih kaynakları da Pontos Rum Soykırımı belgeleriyle
dolu.
Türkiye'de devlet Ermeni Soykırımı'nı her zaman inkâr etse
de 1915'e dair bir fikir beyan ediyordu fakat Pontos Soykırımı konusunda
hükümetlerin de sessiz kaldığı görülüyor. Bu sessizliğin nedenleri olarak
neleri verebilirsiniz?
Bu sorunun yanıtını önceki sorularınızda vermiştim aslında. Pontos Rum
Soykırımı, cumhuriyetin kuruluşuyla, kuruluş felsefesiyle ilişkilidir. Belki
hükümetlerin sessizliği değil de, muhalif kesimlerin sessizliğine dair bir kaç
söz edilebilir.
İttihat ve Terakkicilerin ardından Kemalistlerin Türk milliyetçiliği ve Sünni
İslamcılık üzerine şekillendirdikleri ideolojik kimliklerinden ne yazık ki
kendisine muhalif diyen kesimler de henüz kurtulamadılar.
Örneğin Küçük Asya’ya çıkan Yunan ordusunun askerleri dışında başka hiçbir
devletle çatışmayıp yedi düvele karşı anti-emperyalist bir kurtuluş savaşı
verdiğini iddia ediyor resmi tarihçiler. Neredeyse yüz yıldır bir namuslu
tarihçi de çıkıp bu yalandır demiyor. Üstelik bütün belgeler de ortada, nerde
hangi cephede nasıl bir çatışma olmuş belli. Ölenlerin, kalanların sayısı
belli. Kurtuluş savaşı denilen şeyin ellerindeki tek ordu olan Merkez Ordusu ve
çeteler aracılığıyla Pontoslu Rumları imha etmek olduğunu belgelemek için,
sadece TBMM Gizli Meclis Tutanaklarını okumak bile yeterlidir. Bu tarihçiler bu
tutanakları okumamış olabilir mi 50 yıldır? 50 yıl önce yayınlanmış bu belgeler
İş Bankası Yayınları tarafından. Tabii bu arada cumhuriyetin aydınlanmayı,
cahillikten kurtulup, modernleşmemizi sağladığını düşünen ciddi bir kesim de
var. Açtı, yoksuldu, cahildi Anadolu insanı diye başlar ya hep hikâyeler.
20.yüzyıla gelindiğinde dünya çapında okullara, entelektüellere, aydınlara,
doktorlara, mühendislere, eczacıya, sanatçıya, zanaatkara sahip idi bu
topraklar. Hepsini soykırımı süreciyle yok edenler, cahillikten şikayet ediyor
ne tuhaf.
Pontos şehirleri opera binaları, tiyatrolarla dolu idi. 1890 yılında Trabzon
Filarmoni Orkestrası şarkılar söylüyordu. Muhteşem bir Opera binası 1912
yılında Rumlar tarafından Trabzon’da inşa edilmişti. Nerdeyse her sokağından
piyano sesi gelen Trabzon’da 1915 yılında Le Figaro gazetesinin 150 abonesi
var. Golf oynanıyor, kriket oynanıyor Trabzon’da 1914 yılında (çekilmiş
fotoğraflar var). Bugün İstanbul’da kaç kişi bilir acaba kriketin ne olduğunu?
Cumhuriyetle birlikte aydınlıktan karanlığa dönüştürülmüş
Pontos kentleri. Bu karanlığa dönüşle hesaplaşma aslında cumhuriyetle
hesaplaşmak olduğu için sessizdir bugün ülkenin “aydınları”. Bu sessizliğin
temel sebebi iktidarlar açısından imha ve asimilasyonun ve tabii inkârın
vazgeçilmez bir politika oluşudur, aksi cumhuriyetin kuruluşunun meşruluğunu
reddetmekle özdeştir. Bu yüzden de geçmişle hesaplaşmamak, hesaplaşmak
istememek en akılcı yoldur onlar açısından.İnsan hakları, adalet, hukuk,
özgürlük hatta sosyalizm gibi kavramları savunup böyle bir soykırım karşısında
sessiz kalmak hatta resmi ideoloji ağzıyla inkar etmenin sebebi de yine daha
önce belirttiğim gibi cumhuriyete ve cumhuriyeti kuran düşünceye bir başka
deyişle Kemalizm’e yüklenen ilerici misyondur.
19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a ayak basması ve Karadenizli Rumların
tasfiyesi süreci hakkında neler söylenebilir? Bu süreçte Topal Osman çetesinin
işlevi nedir?
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a gelişiyle
birlikte ilk yaptığı iş Topal Osman ile görüşmek olur. Bu görüşme Topal Osman
güzellemesi yapılan onlarca kitapta açıkça yazılı çizilidir. 1919’dan itibaren
bütün Karadeniz şehirlerinde Rumlara yönelik saldırı ve cinayetler giderek
artmaya başlar. Mustafa Kemal, Topal Osman’a tüm Rumları imha etmek için yol
gösterir, talimatlar verir. Bir yandan çetelerin Rum köylerine yönelik
saldırıları sürerken aynı zamanda Amasya’da Merkez Ordusu adında bir ordu
kurulur. Kısa bir süre önce gözlerinin önünde Pontos’taki tüm Ermenilerin
katline tanık olan Rumlar sıranın kendilerine geldiğinin farkında oldukları
için partizan grupları oluşturarak dağlara çıkar ve direnmeye başlarlar.
Hedef Rumların sadece canı değil, malları mülkleri ve servetleridir aynı
zamanda. TBMM Gizli Meclis tutanaklarında sıkça dile getirildiği üzere
meselenin özü ‘tenkil ve yağma’ yani yok etme ve Rumların tüm mal
varlığının gasp edilmesidir.
Amele Taburları ve ölüm yürüyüşleri (tehcir) 1911 ve 1915’te olduğu gibi bir
kez daha Merkez Ordusu’nun kurulmasının ardından gündeme gelir.
Tüm Karadeniz sahili 1921 yılından itibaren ‘savaş alanı’ ilan edilip Rumlar iç
bölgelere doğru yürüyüşlere zorlanırlar. Amele taburlarında en ağır işlere
zorlanan ve aç bırakılan Rumların çoğu hastalanır ve hayatını kaybeder.
Ölüm yürüyüşlerinde de aynı akıbet beklemektedir Rumları, son kişi ölene dek
yürüyüşe ara vermeden devam edilir. Yürüyüşü organize eden askerler geri dönüp yeni gruplarla yeni
yürüyüşlere devam eder. Bu arada birçok yürüyüş de çetelerin yaptığı
saldırılarla kısa sürer. Bu konuda da yine TBMM Gizli Meclis Oturumlarında
milletvekilleri konuşmalar yaparlar.
Okullar, okulların spor kulüpleri, tiyatro müzik kulüpleri üyeleri ihanetle
suçlanıp İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarıyla idam edilirler. Merzifon
Koleji’nin futbol takımı oyuncuları bile idam edilenlerin arasındadır.
Yaşlı genç ayırt edilmeksizin kadınlara hatta çocuklara tecavüz edilir, çete
reislerinin ve paşaların haremleri Rum genç kadınları ile doldurulur. Erkek
çocuklar öldürülmezler ise Müslüman ailelere verilir. Samsun Bafra’da binlerce
Pontoslu Rum boğularak öldürülür. Hitler’i henüz kimsenin tanımadığı, gaz
odalarını kimsenin bilmediği yıllardan bahsediyorum.
Kiliselere doldurulup diri diri yakılır binlerce insan. Baltalarla kafalar
kesilir.
Tüm bu uygulamalarda öne çıkan en önemli isim Topal Osman’dır. Ermeni Soykırımı
sürecinde yaptığı katliamlardan dolayı hakkında mahkumiyet kararı verilmişken,
Pontos’taki katliamların organizasyonunda yer alması için albay rütbesine
yükseltilir. Öylesine korunmaktadır ki kimi yüksek rütbeli subayların hakkında
Meclis’e, Mustafa Kemal’e defalarca şikayet dilekçesi yollamalarına rağmen o
acımasız katliamlarına devam eder. Onu destekleyen en önemli isimlerden biri
olan ve hakkında soruşturma açılmasına karşı meclise yolladığı savunmasına
“Bütün Rumlarda bir devlet mefkuresi vardır. Fikrimizce, memleketimizdeki
Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır” sözleriyle
başlayan Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa’dan da söz etmek gerek. Hakkında
Meclis’te soruşturma açılan bu soykırımcı paşayı Meclis’teki bu soruşturmaya
itiraz ederek onu nasıl kurtardığını bizzat Mustafa Kemal Nutuk’ta açıkça dile
getirir. Koçgiri Kasabı olarak da anılan Nurettin Paşa, Rumların yanı sıra
Rumlara destek olduğundan şüphelendiği Müslümanlar da nasibini alacaktır. Sonuç
olarak soykırımın ardından Mübadele anlaşması ile artık tüm Rum mal varlığına
el konulup cumhuriyet kurulur.
Romeyika sözlüğü çıkıyor
Doğu Karadeniz'in dağlık bölgelerinde Rumcayı muhafaza eden topluluklar hakkında
neler söyleyebilirsiniz? Bu dilin gençlere aktarımdan bahsedilebilir mi?
Alman Sosyolog Tessa Hoffman, Trabzon’da 300 köyde Pontos
Rumcası /Romeyika’nın hâlâ yaşadığını söylüyor. Cumhuriyetten bugüne bu dili
konuşanların giderek azaldığını söylemek yanlış olmaz. Dağ köylerinde bugün
yaşlı kadınların çoğunluğu Türkçeyi anlamakta zorlanıyor. Okula gitmedikleri,
şehre inip devlet kurumlarıyla, kasaba ve şehirle ilişki kurmadıkları, resmi
işleri de genel olarak erkeklerin görmesinden kaynaklanan bir durum bu. Ama
iletişimin bugün ulaştığı boyutla birlikte bu dilin kısa bir süre içinde yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Bu dil bugüne kadar
sadece ailelerin evde konuştukları bir dil. Cumhuriyet sonrası asimilasyon
politikaları ile Rumca şarkılar Türkçeleştirildiği için artık şarkıları bile
Rumca söyleyen insan sayısı çok az. Son yıllarda genç birkaç sanatçının Rumca
albümler yapması ise dilin yaşamasına katkı sağlayacak bir gelişme olarak
gösterilebilir. Ayrıca yakında kitap olarak yayınlanacak bir Romeyika sözlüğü
hazırlandı. Yine internet ortamında bu dili yaşatmak için oluşturulan siteler
aracılığıyla en azından belli bir kesim mücadele ediyor. Bu dilin yaşatılması
için İstanbul ve Ankara’da dernek kurma girişiminde olan insanlar var.