Egemenler tarafından üretilen bir üslup
ve bir lisan olarak şiddeti, kültürel bir örgütleniş, bir “üst yapı”
kurumu olarak görebiliriz. Sömürü düzeninin istikrarını sağlamanın,
kitleleri yıldırmanın ve göz dağı vermenin vazgeçilmez aracı ve yöntemi
“açık şiddet”tir. Savaşlar, terör, askeri darbeler, halkın ruh sağlığını
bozarak, kuşaklar boyu süren travmalar yaşatırken, bunu kültürel olarak
olumlayan bir dili de yaratmayı başarırlar.
Üst yapı kurumlarıyla haklı ve güçlü olduğunu topluma zerk eden
otoritenin dili kitlelerce içselleştirilip, her kıyım ve zulmün her
türlüsü “Ama onlar da…” bahanesiyle masumlaştırılır. Örneğin, Suriye
halkının savaşta uğradığı şiddete aldırış etmeyip, “Ama Esad diktatör”
diyenler, şiddet kültürünü ve dilini içselleştiren güdümlü zihinlerdir.
Çocukların “Ama önce o bana vurdu” sızlanmalarındaki vicdani gelişim
düzeyini aşamayanların siyasal dili bu.
Kitleleri hak arama mücadelesinden vazgeçirebilen şiddet, özgüvenini
yitirmiş ve boyun eğmiş bir halkı yönetmeyi kolaylaştıran enstrümandır.
Otoritenin gücü karşısında haksızlığını içselleştiren bir halk, hakkını
arayanları yalnız bırakır. Zalimlerin elini güçlendiren ve onları
cesaretlendiren, ezilenlerin yollarını bağlayan sürü ahlakı, her durumda
aleyhimize işler.
“Bir ülke anlayışla yönetildiğinde insanları yalındır. Bir ülke şiddetle yönetildiğinde insanları kurnazdır”*
Egemenlerin kitleleri yönetebilme sırrı, korku ve suçluluk
duygularını kabul ettirebilmekte saklıdır; “Siz kirlettiniz doğayı, siz
temizleyeceksiniz! Trafik canavarı sizsiniz! Töre cinayetleri sizin
eseriniz!” vs.
Finans dünyasının insanlığa karşı işledikleri suçlar için vicdanları
rahatlatacak sihirli cümlesi acil durumlarda devreye sokulur ve herkes
susturulur; “İnsanlık utansın!”. Kabahatlerini kamuya paylaştırarak
sıyrılmak, burjuva ahlakının can kurtaranı olmayı sürdürüyor.
Burjuva ahlakını ve şiddeti içselleştiren entelektüeller ise,
elitizmi ve neo-liberalizmi pusula olarak kabul etmekteler. Bu kurabiye
hamuru kıvamındaki şahıslar, zalim bir iktidarı demokrat ve liberal
göstermedeki azimleri ve inatlarıyla Ulubatlı Hasan’dan daha kahraman
olabiliyorlar. Halkın hakkını ve hukukunu savunmaya gelince “Amalar,
fakatlar” başlıyor. Çünkü elitizmin son durağı faşizmdir, biliyoruz.
Gezi direnişinde sınıfta kalan sanat ve edebiyat dünyası, halkın
nezdinde eski itibarını koruyabiliyor mu? Neo-liberalizmin dümen suyuna
takılanların kendilerine sormaları gereken bir yığın soruları olması
gerekir. “Liberalizmin insanlığa kattığı bir değer var mıdır? Davaları
nedir, ne istiyorlar? Liberal düşüncenin özgünlüğü ve yaratıcılığımıza
katkısı ne düzeyde olabilir? Liberalizmin sanat kuramı, edebiyatı,
hukuku, felsefesi ve sosyolojik bir paradigması olabilir mi?” vs.
Apolitik bir duruş kisvesiyle görünen güler yüzlü faşizmi de
tanıyoruz. Erol Evgin gibi gülümseyenlere güvenirseniz, Erol Taş’ın
kalleşliğiyle dara düşersiniz. Gezi günlerinde “Ülkem için
endişeleniyorum” diye Roma’daki TV stüdyolarında demeç verenler, Berkin
Elvan için, Özgecan için, Alan Kurdi için tek kelime etmediler,
etmezler. Bu topraklarda insanlık dramları yaşanırken, sevgilisine
şiirler döktürenlerin muteber şahıslar sayılmalarının tanığıyız. Lale
devrinde haremde keyif süren cariyeler misali bir gamsızlığı nasıl
başarıyorlar, aklım havsalam almıyor.
Kimileri üvey evlat, kimileri sermaye sınıfının kınalı kuzuları.
Ulufe dağıtan derebeylerinin kimilerini kayırdığı, kimilerini dışladığı
bu cesaretlerinin beslendiği kaynak, 12 Eylül ruhu değil midir? YAZKO
adındaki Yazarlar ve Çevirmenler kooperatifini darbe günlerinde
dalaverelerle kapanmaya zorlayan gücü sorgulamalıyız. Eğer YAZKO
varlığını sürdürebilseydi, telif hakları, korsan yayıncılık, ödül
spekülasyonları vs. sorunlar çözülmez miydi? Sendikal hareketin yerlerde
süründüğü günümüzde Türkiye Yazarlar Sendikası da içler acısı durumda.
“Yazsan ne değişecek? Tespitlerin, çözümlemelerin neye yarar, bu düzen,
bu toplum değişebilir mi? Seni kimler okuyor ki?” diyen teslimiyetçiler,
egemenlerin istediği çaresizliği öğrenmiş deney fareleridir kanımca.
Bu coğrafyanın ve halkın gerçeğine akıl almaz bir yabancılaşmanın
sonucu olarak, “yabancılaşmış bir yaratıcılık” ile karşı karşıyayız.
İnsan hakları yönünden ve etik açıdan sorunları ele alması gereken
sanat, edebiyat ve bilim çevresinin şiddete ve zulme ortak olduğunu
söyleyemez miyiz?
Bu yazıyı ‘müsamahasız’ bulanlara son sözüm; “Yumurta kırılmadan omlet yapılmaz”**
Hüseyin Kaplan
*Lao Tzu
** Lenin
www.dunyalilar.org
No comments:
Post a Comment