Zerdüşt Mani
Mansur
Dışımızda
kalması gereken İslamiyet’in acımasız kılıcı ve komutanı Ali kişiliğinin ve
efradının [12 imam gibi] bizlere [özelde Kürt Kızılbaşlığına genelde Alevilere]
bu kadar derinden nüfuz etmesinin sebepleri sayılmayacak kadar fazladır. Kanlı
katliamlardan-asimilasyonlardan geçirilip, yol önderleri katledilmiş, inancı
yasaklanmış, ibadet vaziyetinde yakalandıklarında dahi başlarına nelerin
geleceğini bilen Kızılbaşların Ali’ye sarılmaları adeta; denizde boğulmak üzere
çırpınış halinde olan, ellerine yapışan yılana sarılmalarına benziyor. Ali ile
Muaviye-Emevi güçleri arasında ki savaşta Ali tarafını tutmak “bizler bu
savaşta nasıl kazançlı çıkarız, faydalanırız” yanılgısıyla destekleyen
pragmatist Alevi zihniyetinin yıllar sonra alıp kültleştirdiği Ali kişiliğini
sorgulamadan-yargılamadan, “yol önderi” sıfatını ona vermeleri Alevi inancını
ve yaşamını derinden tahribatını yaratmıştır. Ritüellerinde ki Ali kişiliği
“Atsan atılmaz, tutsan tutulmaz” kabilinde bir beladır Alevilerin inancında ve
yaşamında.
Sıffın
Savaşını kaybeden [dolayısıyla iktidar kavgasını kaybeden] Ali ile Ali’yi
destekleyen Hariciler-zimmiler-muhtediler, Alevilerin farklı gizli tarikatları
arasında kavga başlar. Ali ile Hariciler arasındaki çatışmanın keskinliğinin
Haricilerde ve diğer aldatılmışlarda ki tezahürü; “ihanete uğradık!” Öfkesidir.
Haricilerin ihanete uğramasının psikolojik-sosyolojik-ideolojik ve inançsal
etkileri Haricileri tetikleyen fişeklemelerdir. Yıllarca baskı altında
inançlarını ve yaşamlarını sürdürenler kurtuluşun ışığını Ali’de görmüş ona
sarılarak nefes alınacak ortamın yaratılacağını ve özgürce ibadetlerini
yapabileceklerini tahmin etmişlerdi. Hakem tayiniyle Ali’nin halifeliği
Muaviye’ye devretmesi İslam’ın iktidarlaşması yolunda kaçınılmaz olan
anlaşmaydı! Haricilerin ve diğer İslam-müslüman olmayan tarikatların Sıffin
Savaşından galip çıkması, [Ali önderlik etse de] ardında ki İslamiyet’in
baskısından yılmış Ali destekçilerinin ve tarikatların talepleri görmezden
gelinemezdi. Mutlak olarak Ali’den beklentileri olanlar; inançlarıyla yaşamak
ve zaferle çıkılmış savaşta haklarını dayatmak ve almak olacaktı! Ne var ki
böylesi gelişme İslamiyet’in doğmadan ölümü anlamına geliyordu. Dolayısıyla
Ali’ye karşı öfkelenen Hariciler ile İslam-müslüman olmayanların sonu Ali
tarafından ateş kuyularında yakılmaları oldu. Aksi halde İslamiyetin elde
ettiği tüm ganimetler elden gidecek, eski Arap kabile-kavminin yoksulluğunun
debdebeli yaşamına geri dönülecekti. Oysaki Yahudilerden, Hıristiyanlardan,
Zerdüştilerden ve diğer halklardan devasa genişlikte ve yoğunlukta zenginlik
gasp edilmişti. Zenginlik ve şatafat içinde yaşamaya alışan İslam’ın
halifeleri-imamları-peygamberleri-kralları-İmparatorları-devlet adamları, kendi
aralarında dalaş da olsa, zenginliklerinin ellerinde kalmasını istedikleri için
aralarında süren savaşı durdurmalarının kendi bekaları ve geleceğinin tehdit
altında olduğunu bilmeleri anlaşılıyor elbette. Yağma ve talanın, gaspın,
haksız zenginliğin asli sahiplerine dönmesini ve kölelerin özgürlüğünü asla
kabul edemezlerdi. İktidar kalacaksa Muaviyelere-Emevilere kalmalıydı.
Alevilerin-Haricilerin-Zimmilerin-Hıristiyanların-Mecusilerin-Zaddikilerin-Yahudilerin
eski konumlarını yaşamamaları için kendi aralarında ki dalaşı, halifeliğin el
değiştirmesiyle halleden İslamın efendileri! Çıkar savaşlarını geçici olarak
erteleyip, etrafında döndükleri iktidar-devlet-saltanatını sahiplenerek, Sıffın
savaşındaki keskin çatışmasının pratik sonuçlarını, Ali ile Muaviye-Emevi
klikler arası dalaşı erteleyerek zımni anlaşmadan iktidarlarını nasıl
kurtardıklarını görerek yorumlayabiliyoruz.
İslam içinde
yaşananların benzeri ilişkileri bugünün Türkiye’sinde görmek olası. Kemalist
iktidarcı kanat ile İslam-Türkcü AKP kliği arasında ki iktidarı sahiplenme
dalaşında bir birilerini yiyip bitirseler de kendilerine temelden tam
karşıtlarına, iktidarlarını kaptırmamak uğruna aralarında el değiştirmeleri,
düşmanlıklarını erteleyip devletlerini sahiplenmeleri bizleri haklı çıkarıyor.
Ziya Şakir’in
yazdığı, “Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı” adlı kitap [Kerbela Vakası ve
Kerbala’nın İntikamı – İstanbul Maarif Kitap hanesi, İstanbul Maarif Matbaası!]
da Sıffin Savaşı sonrası gelişmeler detaylarıyla anlatılır.
Nehrivan’da üç
binden fazla Harici, bütün gücünü Allah ve elçisi Muhammed’den alan Ali ve
askerlerince katledilmişlerdi. Ali ile Muaviye kuvvetleri arasındaki
çatışmalarda, Ali’nin Muaviye ile anlaştığını ileri süren beş bin kişilik
Hariciler Ali saflarından ayrılmış Ali’ye karşı tavır almışlardı. Bunlardan bin
sekiz yüzü, Ali ve efradının çağrıları sonuç vermiş, beş bin kişiden ayrılıp
“pişman” olduklarını söylemişler, Ali’ye tavır almaktan vazgeçmişlerdi. Ancak
geri kalan üç bin Harici Ali’nin ve ordularının gazabından kurtulamadılar; Ateş
kuyularında diri diri yakıldılar. Katledilenlerden kala kala yedi kişi geriye
kalıyor. Yedi kişiden üç kişi katliamın sorumlusu olarak üç hedef belirliyor ve
üçünün de öldürülmesine karar veriyorlar. Bu üç kişi; Ali, Muaviye ve Amr İbnil
As’tır. Ali’yi öldürmekle görevli olan El Mülcem Küfe’ye gelir. Eşi ve babası
Ali tarafından Nehrivan’da katledilen Kuttabe’nin evinde misafir olur.
Kuttabe El Mülcem’e iki de Küfeli genç yardımcı verir: Verdan ve Şebib bin
Becire. Ali, sabah namazına giderken El Mülcem’in saldırısına uğrar, başından
ağır kılıç darbesi alır. Oğlu Hasan “Melunlar, Allah’ın Kabe’sini yıktınız”
deyip saldırganlardan birini yaralar. Oğlu Hüseyin olay yerine gelir; “Hey
Allah’ın zalimleri… Tanrının aslanına nasıl kıydınız...?” diye haykırır.
[Dikkat edelim; Ali Tanrının Aslanı, Ali’ye saldıranlar da Tanrının zalimleri!
İlginç, farklı kişilikli Tanrı kulları] Hüseyin engellenir ve ona babası
tarafından şunlar söylenir; “Evet ölüm hükmü Allah’ın emridir..!” der.
El Mülcem Küfe
yolunda yakalanır. Henüz ölmemiş olan Ali’nin huzuruna getirirler. Ali der ki;
“ona [El Mülcem’e] dokunmayın, sakın ona eza ve cefa etmeyiniz! Bana verdiğiniz
yemeklerden ona da verin. Şayet ben sağ kalırsam onunla bizzat ben
hesaplaşacağım! [nasıl hesaplaşacağını yaşamadığı için asla öğrenemeyeceğiz,
ancak oğulları ve efradı nasıl hesaplaşıldığını gösterdiler] Yok eğer ölürsem
şeriatın hükmünü yerine getirin. Ama bu hükmü yerine getirirken sakın ona
ıstırap çektirmeyin! O bana bir kılıç darbesi vurdu sizde onu bir kılıç
darbesiyle öldürün! Demiş. Ali bunları anlatırken, bize, Alevilere olayın
aktarılan yanı tamamen duygusal sömürüdür. Ali kişiliğinin nezaketli,
insani-hümanist yanılgısı abartılarak, bizleri etkisi altına alınıp ona
bağlanmaya yönelik dile ziyadesiyle önem verilir. Ali’ye olan hayranlık ve
bağlılık örgüsü öylesine incelikli, sedef-sedef işlenir ki; Ali adeta
affeden-merhametli-şefkatli-insancıl, katiline oldukça hümanist yaklaşan ve
onun [El Mülcem] ölümünün sağ kalması halinde kendi elinde olacağını söyleyerek,
[hangi ölümlerden ölüm beğeneceğini sonradan El Mülcem öldürülürken anlıyoruz]
Ali’nin şefkatini! Aleviler hiç sorgulamadan ona hayranlık duyarak yüz
yıllardan bu yana anlatılanlara inandılar. Ağlayarak-hıçkırarak-sızlanarak,
uğruna karalar bağlayarak, kendilerine dirhem melhem-derman olmayan İslam’ın en
keskin kılıcı için. Oysaki kılıç, Haricilerin ve İslam-müslüman olmayanların
boynunda hiçbir zaman eksik olmadı.
Ali’nin Ölüm
Emri Tanrıdan Değil miydi?
Ali bir gün
rüyasında Muhammedi görür. Ali rüyasında Muhammed’i görüyor. Muhammed Ali’ye
öleceğini bildiriyor. Muhammed Ali’ye; “yüce Allah seni benim yanıma alacağını,
yerinin cennet olduğunu” söylüyor! Takdiri ilahi bu ya. El Mülcem’e de ayan
olmuş oluyor, Ali’nin Muhammed’in yanında gideceği. İnfaz için Ali’nin evinin
etrafında pusuda bekleyen El Mülcem ve diğer iki yardımcısı Ali’nin başına
kılıç darbesini indirdiğinde Ali; “Evet, hüküm Allah’ındır” diyor. Rüyasında
gördüğü Muhammedin kendisine söylediği; “Allah senin ölümünü istedi” buyruğunu
hatırlıyor Ali.
Ne var ki, Ali
ve efradı Ali’nin ölümüne hiç de sevinmiyorlar. Allaha bu kadar bağlı olan
Ali’nin neden gerek kendisinin gerekse oğullarının ve islam-müslüman aleminin
Ali’nin öldürülmesine veya ölümüne sevinmediklerini sorgulamak elbette hakkımızdır.
Madem ki Allah’ın emridir, El Mülcem gibi bir fedai ve iki yardımcısı pekala
Allah’ın emrini! yerine getirmekle görevlendirilmiş ve o emri bir gece yarısı
gizlice ifa etmişlerdir. Ölüm emrinin gece yarısı; gözlerin görmeyeceği,
şahitlerin olmadığı, korkunun en üst düzeyde yaşandığını, yakalanması halinde
El Mülcem ve yardımcılarının başlarına nelerin geleceğini her halükarda eylemin
konulduğu zamanın karanlığın neden seçildiğini tahmin edebiliyoruz. Ali, kendi
efradına şunu söylerken itirafında dahi Allah’ına güvensizlik ve sadakatsizlik
okunuyor. “Ölüm Allah’ın Emridir…” diyorsa hüküm yerine getirilmiş, faninin bu
dünyadan alınıp cennete götürülmesi gerçekleşmiştir. Ali’nin ölümünün hangi yol
ve yöntemle-araçla gerçekleştirilmesi sorgulanamaz burada! Rüyada hangi
yol-yöntem ve araçlarla gerçekleşmesinin söylenmemesi Ali’nin ölümünün tanrı
tarafından verilmediğini sorgulamaz. Allah pekala şunları söyleyebilirdi:
“Ali’nin ölümü El Mülcem veya haricilerin-muhtedilerin-kafirlerin-zimmilerin
elinden değil bir Müslümanın elinden olmasını isterim” dememiş olması, ölüm
emrinin kendi inancına-dinine uygun düştüğü kabul ediliyor demektir! El
Mülcem’e “Git aslanımı öldür” diyen Allah’tır, Allalh’ın emrini Ali’ye
rüyasında iletende Muhammed’dir.
İlginçtir Amr İbni
As ve Muaviye ölümden kurtuluyor. Demek ki Allah bu iki kafir! kulunu yanına
almayı düşünmüyormuş!
İbni Mülcem’in
Öldürülmesi oldukça vahşi yöntemlerle gerçekleştirilir. Namaz kılmaktan dolayı
alnı nasırlaşan El Mülcem vahşice katledilir; Önce ayakları ve elleri kesilir.
Fakat İbni Mülcem ne korkuyordu nede konuşuyordu. Sonra kızgın çivilerle
gözleri oyuldu. Direndi El Mülcem, çılgına dönen işkenceciler dilini de
kestiler. Hala yaşam iradesi gösteren El Mülcem’i azgınlaşan Ali taraftarları
onu bir kovaya koyarak yaktılar.
Alevilerin
övünerek kabul edemeyecekleri böyle bir sonu, vahşice katledilen birinin, El
Mülcem’e reva gören Ali ve efradının bizim inancımıza-yaşamımıza-kültürümüze
nasıl ve hangi yollarla girdiğini ortaya çıkarıp bunlardan arınmak Alevilerin
vazgeçilmez görevi olmalıdır. Yol önderlerine bu kadar sahiplenmeyen Alevilerin
Ali ve efradına derinden yanması, bağlanması onların aralarında ki
iktidar-saltanat-hilafet kavgasını kendi kavgası imişcesine içselleştirmeleri
inancın-felsefesinin-kültürünün ve yaşamlarının kabul edeceği basit sonuçlar
değildir.
http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/aleviligi-yozlastiran-ali-kultunun-tahribatlari-35619
No comments:
Post a Comment