Friday, December 18, 2015

Örgütsüz Öfke, Utanç ve Kahrın Ağırlığı

Şimdi kameralar, kalemler, fotoğraf makineleriyle yollara düşsek… Basın akmaz mı peşimiz sıra? Bölgenin çığlığını hem bu ülke hem dünya duymaz mı?
Melike Koçakİstanbul - BİA Haber Merkezi16 Aralık 2015, Çarşamba 18:20


 Baştan belirteyim. Üç kısa bölümlü bu yazıda iki özet, bir hâl-i pür-melâl beyânı, bir de edebiyat-sanat dünyasına çağrı var. Biraz parçalı, bolca ağrılı. Son çırpınışlar hanesine yazıla!


İlk özet: Yara
Devletin açtığı yara'ları iyileştirmeye çalışırken sıralama yapmak kolay değil. ‘Yara'nız nerenizde açılmışsa siz en çok oradan kanar, acırsınız. Türkiye toplumunun en derin ‘yara'sı ise 100 yıl önce açılmış ve inkâr edilmiş 1915 Ermeni Soykırımı'dır. Bununla hesaplaşmamak, yüzleşmemek ve bunu tedavi etmemek daha sonra açılması muhtemel ‘yara'ların kaderini de belirlemiştir. "Makbul" olanın dışındakilere baskı, zulüm, ölüm.  Çünkü onlar, devlet ve sahipleri -Türk, Müslüman, Erkek olanlar- için birer tehdittir. Bu yüzdendir ki ne Kürt halkıyla ne Alevilerle ne kadınlarla barışabilirler. Oysa biriyle olsun barışmak, faşizm kuşatmasının bir yerinden çatlaması, cerahatin akması ve yara'ları beraber tedavi edebilme imkânının doğması demektir.
Bunun içinse önce her birimizin çizilen, öğretilen, dayatılan yollar, kulvarlardan yürüyüp yürümemeye karar vermesi; düşmeyi, kaybolmayı göze alması gerekir. Aksi durumda, üç kutsal bileşenli kötücül iktidarın yaşamasını "sağlamak"la kalmaz kendimizi, kendimizle beraber ana yoldan çıkmayı, dengeyi bozmayı, düşmeyi göze almış olanları; özgür, özgün, özerk dengeler kurmak için mücadele edenleri yalnızlaştırır, ölüme terk ederiz. Ve iktidar hep kazanır, biz hep beraber kaybederiz. Bu, kopkoyu hakikatimiz.
Buraya kadarki kısım hastalık, teşhis, tedaviye dair iyi bildiklerimizin kıpkısa ama yalansız, yanlışsız özeti.
İkinci özet: Direniş
Çok yakın geçmiş. Devlet, önce “Kürt sorunu yoktur”, “masa da neymiş”, “mutabakat yalan” dedi. Peşinden, Kürt halkına sen misin HDP'ye bu kadar çok oy veren deyip 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımadı. Halka saldırıları, mezarlıkları bombalaması, Ekin Wan'ın ölü bedenine işkence ve teşhiriyle istediği ve yöneteceği gerilimi kurmaya başladı. Suruç, Ankara katliamlarında failler ortaya çıkarılmadı, "kokteyller" icad edildi. Bir halkın varlığını ve eşit yurttaşlık haklarını, taleplerini tanımamanın saldırı dozu gittikçe arttı. Seçilmiş vekillerin seçildikleri illere, ilçelere girmesi engellendi. Seçilmiş belediye eş başkanları, meclis üyeleri gözaltına alındı, tutuklandı. Halk, devlet şiddetine karşı kendini savunmak zorundaydı. Yalnızdı. Yurttaşının güvenliğini sağlamakla yükümlü devlet, yurttaşını düşman ilan etmiş, ona saldırıyordu. Kadınlara, gençlere, çocuklara ya teslim olun ya da sizi öldüreceğiz deniyordu. Ve halk direnişi tercih etti. Toprağının, bedeninin, kalbinin hamuru direnişle mayalanmış bir halktı devletin karşısındaki. Ve evet, hendek kazdı. Neye karşı? TOMA, akrep, tank ve en ağır silahlara karşı. Hendek dediğimiz, bir anlamda yaşam koridoruydu. Evden eve ekmek almaya gitmek için misal. Zira şehirlerde, ilçelerde devlet, yaşamı günlerce ablukaya aldı. Evleri bombaladı. Camileri. İnsanları başından, karnından tek kurşunla öldürdü. Duvar yazılamaları yaptı. Nefret, öfke kustu. Yetmedi, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a suikast girişiminde bulunuldu. Failler açıklanmadı. HDP vekilleri ve Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ biber gazı kapsülünün, kurşunların hedefi haline geldi. Bunların üzeri örtüldü. Tahir Elçi, katledildi.
Halk kendi kendini bombalıyor, HDP kendi kendine suikast düzenliyor; PKK, "PKK halktır, halk burada" sloganları atan halkını katlediyordu! Devlet güdümlü medya, var gücüyle bunları haber olarak servis ediyordu. Türk çoğunluk buralara bakıp bakıp Kürtlere, HDP'ye, PKK'ye lanet okuyordu. Vatan haini, bölücüler! Peki, bölen kimdi, neydi sahiden? Neden durup dururken polisler, askerler ölmeye başlamıştı? Bunları soran yoktu. Zira, Türk toplumunun mayası en koyu ırkçılıkla karılmıştı; bu maya devlet, okul, aile, din eliyle şahane ürünler vermişti. Elbette -çok şükür ki- bu hâlden arınabilmiş olanlar yok değildi, ama sayıları azdı.
Şu günlerde ise devlet Kürt halkının toprak, dil, yaşam hakkını işgal ettiğini, kolonyalist olduğunu bir sms'le ifşa etti. Öğretmenlerini yuvalarına, batıya çağırdı. Okullara askerini, polisini yerleştirdi. Daha fazla kan, ölüm, acı dedi! Ama elbette Türklere değil, Kürtlere. Valiler ve kaymakamlarca ilan edilen süresiz sokağa çıkma yasaklarına yenileri eklendi. Halk sokaklara döküldü. Direniş hattı güçlendi. Hendekler çoğaldı. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek yaşam hakkını savunuyor, biz varız, buradayız, kabul edeceksiniz diyordu.
Hâl-i pür melâlimizin beyanıdır: Biz'ler
Televizyon değil, bilgisayar ekranlarımızın başında sosyal medya hesaplarımızdan Şırnak, Cizre, Silopi, Lice, Silvan, Sur'dan haber almaya, ne olup ne bittiğini takip etmeye çalışıyoruz. Takipçilerimizle -ki çoğu benzerimiz olan- aldığımız haberleri paylaşıyoruz. Ne hendek ne direniş ne de devletin yapıp ettikleri konusunda tereddütümüz var. Yaşatılan zulmü tahmin edemiyoruz, zira hemen hepimiz Batı'da doğmuş büyümüş olanlarız. Videoların, fotoğrafların gösterdiklerini tahayyül edemiyoruz. 90'lara dair bildiklerimizi, okuduklarımızı, gördüklerimizi hatırlıyoruz; ama Kürt halkı diyor ki bu sefer başka! Direnişlerindeki inat ve ısrarı, kararlılığı anlamakta güçlük çekiyoruz. Hemen hepimizin ortak hafızasındaki en yakın direniş Gezi direnişi. Fakat bu, izlediğimizin Gezi'yle hiçbir açıdan benzerliği yok, farkındayız.
Öfkeliyiz. Utanıyoruz. Kahroluyoruz. Kürt halkı gibi örgütlü değiliz. Ruh halimizi eyleme çevirecek örgütlenmeyi beceremiyoruz. Buradan bakmaya devam ederek, susarak suça ortak olduğumuzun farkındayız. Sol, sosyalist, muhalif, anarşist... çeşit çeşit ideolojilere sahip olanlarız. Akıldan yoksun bir vicdan siyasetinden çoktan geçmişiz. Örgütlü sol, sosyalist, muhalif çevrelerin kendi iç dertleri, çekişmeleri, hesapları, anlaşmazlıklarına tanığız. Bu, yeni değil. Şimdiyi sistemli biçimde, kısa ve uzun vadeli örgütleyebilecek beceri, akıl, pratiklere sahip olup olmadıkları konusunda kaygılı, tedirgin, inaçsızız. Bir kesimimiz HDP'li. Herhangi bir örgüt üzerinden değil. Aklımız, kalbimizle. Hayallerimiz, hakikatlerimizle örtüştüğü, bize umut ve direnme gücü verdiği için. Bildirgelerini, belgelerini, programlarını okuyup; takip edip, izleyip, dinleyip HDP'li olmuşuz. Devlet, HDP'ye sokakta, basında, kadroları üzerinden bunca saldırıp onu köşeye sıkıştırıp etkisiz hale getirmeye çalışırken sadece Kürt halkını değil batıda bizi de cezalandırıyor. Görüyor, biliyoruz. Geldiğimiz noktada tek eylem biçimi olarak Tünel'den Galatasaray'a yürüyüp basın açıklaması yapıp dağılmak ya da dağıtılmak ile imza kampanyaları arasına sıkışmış durumdayız. Devletin, imha ve inkâr politikalarını yürütebilmesi için çok elverişli bir zemin. Kürt coğrafyasını ayrı Batı'yı ayrı ablukaya alıp, hemen hemen aynı araçları farklı biçimlerde kullanıp kendi çıkarları her ne ise onları kazanana, bizleri sindirine kadar yoluna devam etmek.
Bütün bunları umursamayan bir çoğunluk var elbette. Onlara göre çünkü ölenler Kürt, çünkü/ama hendek!
Onları geçelim. Kendimize bakalım.

Çağrıdır: Kaleme, kameraya, sese...
Merkezdeyiz. Yazar, şair, yayıncı, gazeteci, sinema, tiyatro oyuncusu, yönetmen, akademisyen... Çok fazla insan var içimizde, çevremizde. Bir kısmı epeyce popüler. İzleyici, dinleyici, okur kitleleri; etki alanları çok geniş. Uluslararası düzeyde ve batının yerellerinde etkili, ses getirecek kişiler. Fakat onlar da tivit atıyor, demeç veriyor sadece. Peki, bu güçlerini şimdi kullanmayacaklarsa ne zaman kullanacaklar? Kültürel genlerinde filmin, romanın, öykünün, şiirin, oyunun çok da olmadığı, her açıdan parçük pürçük bu toplum böylesi dönemlerde önce bunları terk etmez mi, terk etmiyor mu?
Hayır hayır, ne ortak bir metinin imzalanmasından ne aydınlar açıklamasından söz ediyorum. Bizzat eylemlilik halinde olmaya çağırıyorum. Beraberce. Kobanê için 2014 yılında yapmış; çok kalabalıkça koridor aç demiş, barış için cümleler kurmuş, Suruç'a gitmiştik.
Şimdi de kameralar, kalemler, fotoğraf makineleriyle yollara düşsek… Basın akmaz mı peşimiz sıra? Bölgenin çığlığını hem bu ülke hem dünya duymaz mı? Ankara'da, İzmir'de, İstanbul'da, Eskişehir'de hep beraber toplantılar düzenlesek; o çığlıklardan dökülenleri anlatsak insanlara olmaz mı? İstiklal'de, pazar yerlerinde, kahvelerde, alışveriş merkezlerinde... binbir biçimde, "İnsanlar öldürülüyor. Barış, hemen şimdi!" desek, olmaz mı? Murathan Mungan'ın "Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğusunda" dizesi bir hakikatken, sosyal medya hesaplarından paylaşmak yerine alıp o dizeleri boynumuza assak da yürüsek sokak sokak, olmaz mı?
STK'lar, sendikalar, Barış Bloğu, her haliyle kanıksanmış ve etkisizleşmiş Galatasaray önüne çağrı yapmak yerine başka eylemlilik biçimleri üzerine düşünseler toplumun farklı kesimlerini de kapsayacak şekilde. Bunları söyleyeceklere, söyleyenlere burun kıvırıp ilk toplantıda kaçırmasalar.
Mümkün değil mi hiçbiri? Mümkün olanı bulmak için bir araya gelinsin, gelelim o halde.
Hiçbirini beceremedik mi? O halde yazarlar kalemlerini, şarkıcılar mikrofonlarını, yönetmenler kameralarını, artık kimin aracı ne ise Taksim Meydanı'nda toplanıp kırsınlar, bundan böyle üretmek yok desinler! Hangi Türkiye'de, kime, ne yazacaklar, çekecekler? Bir SMS ile çalıştığı yeri bırakıp memleketine dönen öğretmene bunca öfkelenen batı, yazarına, oyuncusuna, sinemacısına niye sormaz, “sSvaş varken sen n'apıyorsun, huuu” diye. Üç beş ay sonra direniş öyküleri antolojisi hazırlamak, direniş filmleri, barış şarkıları konserleri, filmleri festivalleri yapmak; delik deşik edilen evlerin, direnen çocukların fotoğraflarından sergiler düzenlemek; paneller, sempozyumlar, atölyeler yapmak kolay. Mesele bu barbarlığa, zulme karşı şimdi hemen ve n'apılacağı. N'apacağımız?
Son niyetine: Beraber eylem ya da çürüme
Öfkemiz koyu, utancımız samimi, kahrımız sahici. Kıvranıyoruz. Kutsal ittifakın iktidarı, kendinden olmayan herkese karşı yürüttüğü savaşının şiddetini artırıyor. Görüyoruz. Bekleyiş, kısa ve uzun vadede çeşitli kıyım ve kırımlara ortak edecek hepimizi. Biliyoruz.  
Hakikaten özgürleşmek için, gittikçe daralan bu kötülük iktidarının ablukasına ve açtığı yaralara karşı ezberlenmiş mücadele biçimlerinin dışına çıkacak yollar bulmak zorundayız. Sadece siyaset bileşenleriyle değil; edebiyat, sanat, sinema, tiyatro, basın, akademi dünyasının insanları ile halklar arasında yan yana gelme, birbirine değme dokunma, diyalog kurma zeminleri bulmamız şart. Bunlar içinde hepimizin, her kesimin üç beş sallanmayı, dengeyi kaybetmeyi, buradan yürü denen yolların dışına çıkıp patikalara sapmayı göze alması zorunlu. Yaşamak ve mücadele etmek için. Bu ağrılı ve ağır bekleyiş, dilsiz ve eylemsiz kalış hepimizi yakacak. Barışçıl, eşit, özgür, adil, demokratik bir yaşam asla mümkün olmayacak. Sığınaklar, adacıklar kalmayacak çekilecek. Kitaplar, filmler, oyunlar, şarkılar, sergiler, bienaller; hayat, hayal, hakikat çürüyecek.
Belki hâlâ vakit vardır. Emin değilim. Şayet yoksa haber edin.
"Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın..." (Didem Madak) (MK/HK)

Melike Koçak
Melike Koçak, Uludağ Üniversitesi Edebiyat Bölümü mezunu. 5 sene Uluslararası Bakalorya Programı'nda çalıştı. Çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde öykü, eleştiri, deneme yazıları yazıyor. "Beşinci Pencere" ve "99 Beyit / Divan Şiirinden Beyitler, Çözümlemeler, Yaklaşımlar" adlı kitapların yazarlarından. 5 senedir edebiyat öğretmenliği yaptığı Notre Dame De Sion Fransız Lisesi'nden öğrencilerin çıkardığı fanzin sebebiyle kovuldu.

Foto: Sebastiao Salgado


Monday, November 30, 2015

Turkey’s Erdogan Owes Syria $100Bn For Stolen Oil: Turkey & Israel Owes Iraq $1.5 Trillion For Stolen Kirkuk Oil.

Erbil Turkey Ceyhan Israel Oil 4

Over the last two weeks, Russia has been destroying the “living pipeline” that has allowed Turkey to steal tens of millions of barrels of Syrian crude oil, much of it at peak market prices, while only paying their ISIS allies a pittance.
This process isn’t new. Turkey did this all during the Bush era, having cut a deal with US “manager” Paul Bremmer, a deal VT insiders helped manage for Bremmer and that I was witness to personally.
The game involved playing [Baghdad, Iraq] against [E(I)rbil, Iraq In The Kurdistan Region] and bleeding off oil revenues from the Kirkuk Oil Fields, largest oil reserves in the world, as they moved by pipeline through Kurdistan and into Turkey.
  1. Fractional Reserve Banking Is Pure Fraud: Indebting Iraq Financial System By Rothschild & J.P. Morgan.
“Iraq’s 2014 fractional reserves have grown to 90T aka; M2 thus slowing down the Iraqi money velocity towards stagnation.”
  1. General Michael Flynn US Intelligence Confirms U.S. Support Of ISIS: Splitting Iraq For Israel aka Rothschild.
  2. Iraq Must Stay Divided & Isolated From Its Regional Environment: Israeli Minister of Internal Security Shin Bet aka; ISIS.
American Tankers loading up in Ceyhan, Turkey to deliver stolen oil toIsrael.
American Tankers loading up in Ceyhan, Turkey to deliver stolen oil to Israel. VT sources within the Turkish Navy at Ceyhan, Turkey, reported Exxon tankers loading up to 2 million barrels of Kirkuk light sweet crude oil at a time and did so “off the record.” ~~ Inside Iraq, VT editor Alex Powers, who helped oversee Iraqi oil sales and production for Paul Bremmer, confirmed these findings.
There they were offloaded onto American tankers in the Mediterranean where these huge ships, largest in the world, were filled with oil but it was never recorded and the oil never paid for.
Mitt Romney ~ President Of Bain Company Who Funneled Money For NWO Through Their Banking System.
Mitt Romney ~ President Of Bain Company Who Funneled Money For NWO Through Their Banking System.
Turkey got their cut, certain Turkish naval officers became fabulously wealthy while the Bush cabal poured billions into their Cayman offshore accounts managed by Bain Capital.
During the Bush era “War on Terror,” up to 40% of Iraqi crude oil, up to half of what was sent through Turkey on the Baku-Ceyhan pipeline was stolen.
Our investigations between 2005-7 which included meetings between Gordon Duff and Iraqi and Kurdish leaders in both Erbil and Tikrit covered this issue.
Vladimir Putin accused Turkey of allowing ISIS Terrorists to run a “living oil pipe” across its border as he upped the ante in the row over the downing of a Russian jet.
The Russian President said that reconnaissance footage, shared with world leaders at the G20 summit earlier this month, showed that oil was being smuggled through terrorist-held areas in Syria into Turkey “day and night”.
There were “vehicles, carrying oil, lined up in a chain going beyond the horizon”, he claimed.
Speaking after talks at the Kremlin with the French President Francois Hollande, Putin accused Ankara of false naivety over ISIS’s huge oil operation.
American Tankers loading up in Ceyhan, Turkey.
“Let’s assume that Turkey’s political leadership knows nothing about it – it’s theoretically possible, albeit hard to believe,” he said. “There may be elements of corruption and insider deals. They should deal with it.”
Putin has gone for the jugular after the Turkish military shot down the Russian SU-24 jet after accusing it of violating its airspace during an operation in northern Syria. The incident is thought to be the first time in 50 years that a NATO member has downed a Russian plane.
Turkey is acutely sensitive to claims that it is turning a blind eye to ISIS, a view held not only by Russia but also by Western states who believe that Turkey has not done enough to prevent terrorists from slipping across its 500-mile border with Syria;timesofindia.indiatimes.com reported.
Putin: ISIS Huge Oil Pipe line Result of Ankara Naivety
Russian reconnaissance footage have shown oil is being smuggled through ISIS-held areas in Syria into Turkey day and night. There are vehicles carrying oil, lined up in a chain going beyond the horizon.
Around 500 fuel tanker vehicles transporting illegal oil from Syria to Iraq for processing have been destroyed by Russia’s Air Forces, the General Staff said.
“In recent years, Islamic State (IS, formerly ISIS/ISIL) and other extremist groups have organized the operations of the so-called ‘pipeline on wheels’ on the territories they control,” Russian General Staff spokesman Colonel General Andrey Kartapolov said.
Hundreds of thousands of tons of fuel have been delivered to Iraq for processing by trucks and the revenue generated from these illegal exports is the one of the terrorists’ main sources of funding, he said.
A Tupolev Tu-22M3 long-range strategic and maritime strike bomber of the Russian Aerospace Forces during a combat flight to strike the Islamic State infrastructure facilities in Syria by OFAB-25-270 fragmentation high explosive bombs. © Ministry of defence of the Russian Federation / RIA Novosti
A Tupolev Tu-22M3 long-range strategic and maritime strike bomber of the Russian Aerospace Forces during a combat flight to strike the U.S. Israeli ISIS infrastructure facilities in Syria by OFAB-25-270 fragmentation high explosive bombs. © Ministry of defence of the Russian Federation

The spokesman displayed images showing convoys comprised of hundreds of vehicles transporting oil to back his assertion.
“In just the first few days, our aviation has destroyed 500 fuel tanker trucks, which greatly reduced illegal oil export capabilities of the militants and, accordingly, their income from oil smuggling,” Kartapolov stressed.
The spokesman also said that the Russian military has begun developing proposals for joint military action with the French Navy against the terrorists in accordance with an order by President Vladimir Putin.
“This joint work will begin after the arrival of aircraft carrier Charles de Gaulle to the Syrian shores,” Kartapolov explained.
Russia has been bombing Islamic State and other terror groups in Syria since September 30 at the official request of country’s president, Bashar Assad.
On Tuesday November 17, 2015, Russia’s fleet of 25 long-range bombers joined Su-34, Su-25, and Su-24M warplanes conducting operations in Syria to double the number of airstrikes against the militants.
A Russian Tupolev 95 long-range bomber launches a massive air strike on the Islamic State infrastructure in Syria. © Ministry of defence of the Russian Federation
A Russian Tupolev 95 long-range bomber launches a massive air strike on the Islamic State infrastructure in Syria. © Ministry of defence of the Russian Federation
On the day Moscow officially confirmed a terrorist attack as the cause of last month’s downing of a passenger plane in Egypt, the Russian military hit over 200 terrorist targets in Syria in 127 sorties.
The escalated Russian operation involved not only warplanes flying from an airfield near Latakia, but also strategic bombers operating from Russian territory.
On Tuesday, Russian warplanes conducted 127 sorties and hit 206 targets, a source in the Russian defense ministry told RT.
Russian strategic bombers such as Tu-22M3s, Tu-95MCs and Tu-160s were previously used for patrol missions as part of Russia’s nuclear deterrence. Their deployment in a conventional armed conflict marks an evolution in Russian military tactics.
It was also the first time Russia used in combat a new air-to-surface missile, KR Kh 101/102, which has been in service since 2012 but was not shown in public before. The missile can be seen inside a bomber bay in a video released by the defense ministry. RT
The Obama negotiations with Iran came with a reduction to their oil output. Russia & Iran I believe will not abide by this and nor should they, but for now it keeps Israel & U.S. stymied and w/o international cause.
Oil from the Kurdistan region is being funneled into Turkey then to Israel. Obama has given Netanyahu $40 Billion USD to purchase this oil
and profits are smuggled to the M.B. via Golan Heights area. Russia is bombing the M.B. terrorists around Golan Heights. Obama & Nety are
working for the same side [NWO Bankers] and they are furious. Bagdad is also furious about Kurdistan [corrupt government] smuggling oil to Turkey
So with Bagdad upset over the corrupt in Kurdistan is a good sign. But there are still many corrupt in Bagdad. Waiting to see if Abadi is different
~ he was Maliki’s advisor in the old regime remember and trained in Britain for 20 years.
International bankers are desperate as Putin has now checkmated their NWO.
rothschild caliphate
Related Articles:

Saturday, November 21, 2015

TBMM -Kürdler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır.İsmail Beşikci

Kürdler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır. Yüz belediyeyi, yüzelliye, daha yükseklere çıkarmanın çabası içinde olmalıdır. Türkiyelileşme sağlıklı bir anlayış değildir, Kürdlere bir kazanım sağlamaz, devlete elbette çok kazandırır.
İsmail Beşikci
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türklerin meclisidir, Türkler için meclisdir. Türkiye Cumhuriyeti 1923 de bu esas üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet, 1923 de Kürdlerin yokluğu üzerine kurulmuştur. Sadece Kürdlerin değil, Rumların, Pontusların, Ermenilerin, Asurilerin, Ezidi Kürdlerin vs. yokluğu üzerine kurulmuştur. 1924 Anayasası, bu esaslar üzerine yapılan bir anayasadır.
Rumların, Rum-Pontusların, Ermenilerin, Ezidi Kürdlerin, Asurilerin vs. yokluğu, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, 1915 de, gerçekleştirilen soykırımlarla, sürgünlerle sağlanmıştır. Kürdler, Türklüğe asimile edilerek yok edilecektir. Türklüğün en önemli dayanağı Müslümanlıktır. Şüphesiz dünyada, her Müslüman Türk değildir. Ama her Türk Müslüman olacaktır. Bu bakımdan, Alevilerin de Müslümanlığa asimilasyonu, Türklüğün önemli bir politikasıdır. İttihat ve Terakki ile başlayan bu politika Cumhuriyet döneminde sistematik olarak sürdürülmüştür.
Buradaki Türk, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün 1925 de 1930’da, dönemin Adalet Bakanı, Ord. Prof. Dr. Mahmud Esad Bozkurt’un 1930’lardaki söyleminde dile getirilen Türktür. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile ilgili olarak kurulan “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi Başkanlığı” tanımlamasında dile getirilen Türk’tür.
Türkiye, Türklerin yaşadığı yer anlamına gelmektedir. Türk yerine Türkiye dediğiniz zaman bir değişiklik yapmış olmuyorsunuz. Kürd’ü bir sığıntı gibi Türk’ün yanına vermiş oluyorsunuz. Mahmud Esad Bozkurt’un 1930’larda bu sığıntı Kürdlere ne tür haklar verdiğini Kürdler çok iyi bilmektedir. 1925’ de, 1930’da İsmet İnönü’nün böyle bir Türkiye yaratmak için kendini Türk hissetmeyenlere, ne tür bir muamele yapılacağı konusunda yaptığı açıklamalar da çok iyi bilinmektedir. Özel harekatçıların Silvan’daki duvar yazıları, (Kasım 2015) bu anlayışın aynen devam ettiğini göstermektedir. “Türkiye milleti’, yapma, suni bir oluşturmadır. Türkler artı Kürdler artı diğerleri bir millet yapmaz. Türk yine Türk, Kürd yine Kürd olarak kalır.
Türklerden söz etmek istiyorsan Türk dersin, Türkiye’den söz edersin, Kürdlerden söz etmek istiyorsan, Kürd dersin, Kürdistan’dan söz edersin.
Irak halkı, Araplardan ve Kürdlerden ve Asurilerden, Türkmenlerden oluşu denebilir. Ama, Araplar, Kürdler, Asuriler, Türkmenler Irak, milletini oluşturur, demek yanlıştır. Kaldı ki, Irak, Türkiye gibi bir etniye izateten verilmiş bir isim değildir, belli bir coğrafyaya işaret eden bir isimdir. Öte yandan, Kürd/Kürdistan sorunlarını alt kimlik-üst kimlik kavramaları çerçevesinde değerlendirmek doğru değildir. Kürd/Kürdistan sorunlarının, bölünmüş parçalanmış, paylaşılmış ülke, bölünmüş parçalanmış, paylaşılmış ulus kavramları çerçevesinde konuşmak gerekir.
Türkiye’de Kürdlerin nüfusu 20 milyondan fazladır. Sorunları, alt kimlik, üst kimlik kavramları çerçevesinde değerlendirmek yanlıştır. 28 üyeli Avrupa Birliği’nde, sadece altı devletin nüfusu 20 milyondan fazladır. Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Slovenya’nın nüfusları iki milyon, iki buçuk milyon arasında değişmektedir. Kürdlerin, 200 yıldır, özgürlük ve vatan için verdikleri mücadelede şehit olanların sayısı bu devletlerin her birinin nüfusundan fazladır.
Kürdler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır. Yüz belediyeyi, yüzelliye, daha yükseklere çıkarmanın çabası içinde olmalıdır. Türkiyelileşme sağlıklı bir anlayış değildir, Kürdlere bir kazanım sağlamaz, devlete elbette çok kazandırır.
7 Haziran 2015 seçimlerini hatırlayalım. Kürdler, HDP’den aday adayı olmak için çok büyük bir çaba içindeydi, Adaya adayları, aday olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. İşte yemin bu noktada gündeme gelmektedir. Bu yemin, kendini Türk hissetmeyenleri sıfırlayıcı, hiçleştirirci, ezici bir içeriği sahiptir. Bu bilinmektedir. Buna rağmen, Kürdler, böyle bir yemini yapabilmek için, neden birbirleriyle yarışa giriyor? Bu bir zaaftır. TBMM’de kimlik aranmaya, statü aramaya çalışmak bir zaaftır. Kürdler, Kürdistan’da güç olmalıdır. 7 Haziran 2015’den, 1 Kasım 2015’e, HDP’nin, Kürdistan’daki oyunun azalması hayra işaret değildir.
7 Haziran’dan sonra, Varto, Silvan, Hizan, Cizre, Yüksekova, Nusaybin gibi Kürd şehirlerinde özyönetim ilanları ı oldu. Bu çerçevede, Halkların Demokratik Partisi’nden, Demokratik Bölgeler Partisi’nden, Halkların Demokratik Kurultayı’ndan, Demokratik Toplum Kongresi’nden,  KCK’den, gözaltılar, tutuklamalar oldu. Eş başkanlar tutuklandı.
Gözaltına alınanların, tutuklananların tutumların, davranışlarını, birer birer incelemek gerekir. Polisdeki, savcılıktaki, mahkemedeki, cezaevindeki tutumlarının incelenmesi ufuk açıcı olabilir.Bu arkadaşlar, özyönetim anlayışını, nasıl savundular, savunmaların hangi dille yaptılar? Eğer bu dil Kürdçe değilse, özyönetim anlayışında çok büyük sorunlar var demektir. Çocuklar, Diyarbakır’da, Sur, Kayapınar, Bağlar, gibi alanlarda, Batman’da, Van’da, Bitlis’de, Ağrı’da, Muş’da, Şırnak’da vs. sokak aralarında, evlerinin önlerinde, birbirleriyle ilişkilerinde, oyunlarında, nizahlarında vs. kullanadıkları dil Kürdçe değilse, Kürdler/Kürdistan çok büyük tehlikeyle kar şı karşıyadır.
Bütün bunlar, Kürdistanileşerek, Kürdistan’da güç olarak aşılabilir. Çalışmalar, elbette siyaset kurumunu geliştirerek yürütülür. Sivil itaatsizliği geliştirmek önemlidir. Kürdçe konuşmak, çocukları Kürd diliyle eğitmek, ‘milli bayram’lara katılmamak, çocukları göndermemek, vergi vermemek, askere gitmemek… sivil itaatsizlik çerçevesinde düşünülebilir. Devlet, Kürdler için okul açmayabilir, her evi okul yapmak Kürdlerin elindedir.

İsmail Beşikci

Tuesday, November 17, 2015

Ütopya Düşünürü Antonio Gramsci… Aydın sosyolojisi

Ütopya Düşünürü Antonio Gramsci…
Aydın sosyolojisi
Aziz ŞEKER

“Böylece aydınlar, hükmeden (egemen) grubun ‘memuru’durlar ve toplumsal hegemonyanın ve siyasal iktidarın alt kademedeki görevlerini yerine getirirler…” 

Dünya aydın tarihinin önemli kalem kimliklerinden biri olan düşünür Antonio Gramsci 1891’de Sardunya adasında bulunan Ales isimli kasabada dünyaya gelir. Torino üniversitesinde öğrenim görür. Üniversite yıllarında toplumcu düşünceyi benimser. 1915’te Sosyalist Partinin ( II Grido del Popolo) yazı kurulunda görev alır. 1919’da Togliatti ve Terrecani ile birlikte Ordino Nuovo’yu çıkarmaya başlar. 1924’de milletvekili seçilerek parlamentoya girer. Faşist Mussolini, yönetimi ele geçirince ülkeyi terk etmek istemeyen Gramsci 1926’da tutuklanır. Tutukluluk yılları boyunca İtalya ulusunun klasikleri arasında gösterilen Hapishane Defterleri’ni kaldığı cezaevinin ağır koşullarında yazar. Cezaevinde sağlık durumu kötüye giden düşünür, uluslararası bir çabanın sonucunda hastaneye kaldırılır. Çeşitli konularda fikirlerini yazdığı 32 defter 27 Nisan 1937’deki ölümünden sonra günümüze kadar güncelliğini korur.

Gramsci, teorik düşüncesiyle, toplumsal sorunların çözümünü, akıl dışı güçlerin atılımlarına, ‘iradeye’ ya da kendiliğinden olma’ya bırakan felsefelere karşı savaş açmış bir devrimcidir. Üzerinde çalıştığı konularla Gramsci, Marxsistler arasında, 1917 devriminin coşkusuna kapılmakla birlikte, Çarlık Rusya’sına hiç benzemeyen Batı Avrupa sorunlarının özgüllüğünü vurgulayan ve böylece benzersiz bir yer edinen düşünürdür.1


AYDIN ANLAYIŞI İLE GRAMSCİ
Aydın kavramı deyince akla gelen düşünürlerden bir olan Gramsci, aydınları iki grupta ele alır. Ona göre, her yeni ilerici sınıfın ihtiyacı olan ‘organik aydınlar’ yeni bir sosyal düzen kurmak için şarttır. Kendilerini bağımsız zanneden ‘geleneksel aydınlar’ ise aslında eski düzenin geleneğini sürdürmektedir. Gramsci’nin aydın tanımı ‘geniş anlamda örgütsel işlevi, düzenleme işlevi olan herkesi’ kapsayacak kadar geniştir. Bütün insanların akıl ve zihin kapasitesi vardır ama toplumda bugün ancak bazıları zihin ağırlıklı işleve sahiptir.2
Geleneksel kategorideki aydınlar, profesyonel anlamda aydındırlar; sanatla, bilimle, kültürle uğraşır ve geçimlerini bu uğraşla kazanırlar. Aydınların sınıf-üstü veya sınıflar-arası görünümleri büyük ölçüde bu geleneksel aydınların toplumdaki konumlarına bağlıdır. Çünkü bunlar değişik sınıflardan gelebildikleri gibi, geldikleri sınıfın görüşlerinden farklı tutumlara da sahip olabilirler… Toplumda resmen tanınanlar geleneksel aydınlar olmakla birlikte, asıl önemli işlev görenler organik aydınlardır. Bunlar bu aydın niteliğini mesleklerinden almazlar… Gramsci’ye göre organik ayrımının tanımı, temel toplumsal sınıflardan biri içinde düşünme ve örgütlenme işlevini yerine getirmeye bağlıdır. Bunlar herhangi bir iş sahibi olabilirler.3
Yine Gramsci’ye göre: Aydınlar inançlar ağı ile kurum ve toplum ilişkilerini düzenler ki buna hegemonya der. Devleti zor artı rıza, veya baskı ile donanmış hegemonya olarak yeniden tanımlar; politik toplum baskıyı düzenler, sivil toplum rıza gösterir, onay verir. ‘Devlet’ kavramı değişik metinlerde kayma gösterir, öte yandan: kâh politik ve sivil toplumlar arasında denge olarak dar hukuki-anayasal anlamda, kâh her ikisini de kapsar şekildedir.4
Gramsci’de aydın; bulunduğu durumun-sosyal sınıf, tarihsel an vb. bilincinde olan ve bunun gereğini yapan kişidir. Ve ekler, zira aydınların klasik işlevlerinden biri, organize ettikleri ideoloji sistemleri kanalı ile sömüren sınıfların sömürülen sınıflara hegemonyasını mümkün kılmak, aracılık etmektir.5

Eş deyişle Gramsci, aydınlar’ı ve kültür örgütlenmesini inceler: Onun başlıca tezine göre aydınlar özerk, bağımsız bir toplumsal sınıf oluşturmazlar. İster bunun bilincinde olsun ister olmasınlar, üretimde işlevi olan gruplardan birinin sözcüleridirler. Böylece aydınların kendi haklarında besledikleri kuruntu ve metafizik yakıştırmalar silinip gitmektedir. Artık aydınlar, sınıfsal bir işlevi yerine getirdiklerini bilmelidirler.6

AYDIN YIĞIN DİYALEKTİĞİ VE GRAMSCİ

Gramsci, düşüncenin organik bütünlüğünün, sağlamlığının ancak, aydınlarla ‘basit’ insanlar arasında teori ile pratiği birleştiren türden bir birlik olduğunda gerçekleşebileceğine inanır. Yani, bu birlik ancak, aydınların bu yığınlara organik şekilde bağlı olmaları, bu yığınların pratik etkinlikleriyle ortaya koydukları ilkeleri ve problemleri görüp bütünleştirmeleri şartıyla gerçekleşebilir. Bu da kültürel ve toplumsal bir yapının kurulmasına bağlıdır.7
Gramsci’de teoriden, pratiğin tamamlayıcısı, ‘takıntısı’, pratiğin ‘hizmetçisi’ gibi söz edilmektedir. Bu problemin de tarihsel olarak, yani aydınlarla ilgili siyasal sorunun bir yüzü olarak ortaya konulması doğru olur gibi görünmektedir. Eleştirel olarak kendi bilincine erme, tarih ve politika bakımından, aydınlardan kurulu seçkin bir gurubun yaratılması anlamına gelir. Bir insan yığını örgütlenmeden (en geniş anlamıyla) kendisini öteki gruplardan ayırt edemez ve kendiliğinden bağımsız hale gelemez; oysa aydınlar olmadan yani örgütleyiciler ve yöneticiler olmadan teori-pratik grubunun teorik cephesi, düşünce ve felsefe çalışmasında ‘uzmanlaşmış’ kişilerin oluşturduğu bir tabaka içinde somut olarak kendisini göstermeden örgütlenme olamaz. Ancak, bu aydın yaratma süreci uzun, güç, çelişkiler, dağılmalar ve yeniden toplanmalarla doludur. Gelişme süreci bir aydın-yığın diyalektiğine bağlıdır; aydınlar tabakası nicelik ve nitelik bakımından gelişme gösterir, fakat aydınlar tabakasının her yeni ‘genişlemeye’ ve karmaşıklığa doğru atılımı, basit insanlar yığınının buna benzer bir hareketine bağlıdır. Bu yığın da daha üstün bir kültür düzeyine yükselir; aynı zamanda bireylerin ya da az çok önemli grupların çıkışlarıyla, uzmanlaşmış aydınlar tabakası yönündeki atılımlarıyla etki alanını genişletir. Fakat bu süreçte, halkla aydınlar (bunlardan bazıları, bazı gruplar) arasında sürekli kopmalar, ilişkiyi yitirmeler ve bunun sonucu olarak aydınların ‘takıntı’, ‘tamamlayıcı’, ‘madun’ (ast) olduğu izlenimi doğar.8 

AYDINLAR ARİSTOKRASİSİ VE ÇAĞDAŞ KÜLTÜR
Gramsci, çağdaş kültür üzerine şöyle bir atıfta bulunur, çağdaş kültür, özellikle idealist kültür, bir halk kültürü yaratamadı, soyut taslaklardan ibaret ve kuramsal olan okul programlarına, ahlâk ve bilim yönünden olgunluk kazandırmadı: Dar bir aydınlar aristokrasisinin kültürü olarak kaldı, doğrudan ve dolaylı şekilde günlük politika ile ilintili olduğu ölçüde gençliği kendisine çekebildi.9
Böylece aydınlar, hükmeden (egemen) grubun ‘memuru’durlar ve toplumsal hegemonyanın ve siyasal iktidarın alt kademedeki görevlerini yerine getirirler.10
Öyle ki,bağımsız bir aydınlar grubunun kurulması kolay iş değil; etki ve tepkilerle, benimseme ve kopmalarla ve birçok karmaşık yeni oluşumlarla dolu uzun bir süreci gerektirir. Bu, daha alt kademedeki toplumsal bir gurubun dünya görüşüdür. Bu grubun tarihsel bir girişimi yoktur, gittikçe durmadan genişlemektedir. Ama bu genişleme organik değildir; belirli bir nitelik düzeyini aşarak devlete sahip çıkamaz, bütün toplum üzerinde gerçek hegemonyayı yürütemez; oysa bir aydın gurubunun gelişmesinde organik dengeyi ancak bu sağlar.11 

BİLMEKTEN ANLAMAYA, DUYMAYA, TAM TERSİ, DUYMADAN ANLAMAYA, BİLMEYE GEÇİŞ VE AYDINLAR
Gramsci, halktan bir kişi ‘duyar’ ama anlamaz ya da bilmez her zaman; aydın kişi ‘bilir’ ama anlamaz, hele ‘duymaz’ her zaman, iki uçtan birinde bilgiçlik ve dar kafalılık, ötekinde de kör tutku ile bağnazlık görülür. Bu, bilgicin tutkusuz olduğu anlamına gelmez. Tersine, tutkulu bilgiçlik, gemi azıya almış bağnazlık ve demogokluk kadar gülünç ve tehlikelidir. Aydının yanılgısı, anlamadan, hele duymadan bilgiye erişebileceğini sanmasıdır; (yalnız bilginin kendisi değil bilginin konusu da). Sanılır ki aydın, ulusun halk kesiminden ayrı ve kopuk olur, halkın ilksel tutkularını duymaz. Bu tutkuları belirli bir tarihsel durumun içinde açıklar ve buna uygunluğunu saptar ve bunları diyalektikçe tarihin yasalarına, yüksek bir dünya görüşüne bağlar; bilimsel ve bütünleşmiş bir yöntemle, ‘bilgi’yi yoğurursa gerçekten aydın olacaktır. Bir tutku olmazsa, yani aydınla ulusun halk kesimi arasında bir duygu bağıntısı olmazsa tarihsel bir politika olamaz. Böyle bir bağ olmaksızın aydınla, ulusun halk kesiminin ilişkileri salt bürokratça biçimsel ilişkilere indirgenmiş olur; böylece aydınlar bir kastı ya da ( örgütsel merkezcilik) adı verilen bir kutsal kişiler topluluğu oluştururlar, ve aydınlarla ulusun halk kesimi, yönetenlerle yönetilenler, hükümet adamlarıyla halk arasındaki ilişkiler, duygu tutkunun anlayışa ve giderek bilgiye (mekanik olarak değil canlı bir biçimde) vardığı organik bir bütünleşme ile belirlenmiş ise işte o zaman ve yalnız bu koşulla yönetenlerle yönetilenler, hükümet adamlarıyla halk arasında bireysel öğelerin değiş tokuşu var demektir, diye de ekler.12

Hemen ardından bir örnek verir; Fransız aydınları, başka herhangi bir yerdekinden daha fazla, belirli geleneksel koşullar nedeniyle, ideolojik olarak kılavuzluk etmek ve yönetici grupla sıkı bir temas halinde bulundurmak üzere halka daha çok yaklaşırlar.13 

AYDINLAR TERİM VE İÇERİK SORUNLARI
Gramsci’ye göre belirgin, billurlaşmış bir tabaka halinde olan aydınların niteliklerinden biri de, ideoloji alanında daha önceki dönemden bir aydınlar tabakasıyla, aynı kavramlarla ilgili terimler aracılığı ile bir bağıntı kurmaktır. (Yani kendisinin tarih için de kesintisiz sürekliliğin, bunun sonucu olarak da gruplar arasındaki çatışmalardan bağımsız olduğunu kabul eder; diyalektik bir sürece uygun olarak bütün egemen toplumsal grupların kendi aydın kategorilerini oluşturduklarını düşünmez). Her yeni tarihsel bünye (toplum tipi) yeni üstyapılar yaratır ve bu üstyapıların, uzmanlaşmış temsilcileri ve bayraktarları (aydınlar) daha önceki aydın gurubunun devamı gibi değil, ancak yeni durumlardan doğmuş yeni aydınlar düşünülebilir. Eğer ‘yeni’ aydınlar olarak kendilerini doğrudan doğruya önceki ‘intelligensia’nın devamı gibi kabul ederlerse hiçbir şekilde, ‘yeni’ sayılmazlar, yeni tarihsel durumu organik olarak temsil eden toplumsal guruba bağlı değillerdir bu da sonunda yeni tarihsel durumun, kendisine yeni üst yapılar yaratacak bir yetenek kazandıran bir gelişme derecesine ulaşamadığını ve hâlâ eski tarih döneminin çürümüş çerçevesi içinde yaşamakta olduğunu gösterir.14 
Son tahlilde, diyebiliriz ki, ütopya düşünürü Antonio Gramsci dünyanın 21. yüzyılda bir vahşet bataklığına saplandığını somut olarak “görmese de”, aydın kavramsallaştırmasıyla, aydınların bir tavır, sorumluluk ve kimlik olarak dünya sorunları karşısındaki konumlanışını verişiyle ütopyaya, bir aydınlık pınar olmuştur. 

Dipnotlar
1. Cumhuriyet Dönemi Ansiklopedisi, “Gramsci’ye Göre Aydınlar” İletişim Yay.İstanbul,1983,s.125
2. Anderson, Perry: Gramscı Hegemonya Doğu/Batı Sorunu ve, Strateji.Çev. Tarık Günersel. Alan Yay. İstanbul, 1988,s.9
3. Cumhuriyet Dönemi Ansiklopedisi, 1983;125
4. Anderson, Perry: A.g.e., 1988;9
5. Anderson,Perry: A.g.e., 1988;41
6. Gramsci, Antonio. Çev: Adnan Cemgil, Hapishane Defterleri, İstanbul, belge yayınları, 1997,s. 9-10
7. Gramsci, Antonio: A.g.e., 1997;22
8. Gramsci, Antonio: A.g.e.,1997; 29-30-31
9. Gramsci,Antonio: A.g.e., 1997;93
10. Gramsci,Antonio: A.g.e., 1997;29
11. Gramsci,Antonio: A.g.e., 1997;97
12. Gramsci,Antonio: A.g.e.,1997;134
13. Gramsci, Antonio: A.g.e., 1997;137
14. Gramsci, Antonio: A.g.e.,1997; 176-177


Sunday, November 8, 2015

Suriye'de 700 farklı muhalif grup savaşıyor

Suriye'de 700 farklı muhalif grup savaşıyor Suriye'de devam eden içsavaşta, Esad rejimine karşı savaşan muhalif grupların sayısının 700'ü aştığı belirtiliyor.


Suriye'de 700 farklı muhalif grup savaşıyor
Suriye'de rejime karşı savaşan ve her geçen gün askeri anlamda profesyonelleşen grupların sayısının 700'e kadar ulaştığı belirtilirken, en öne çıkan isimler arasında, Suriye İslami Kurtuluş Cephesi, Suriye İslam Cephesi, Nusra Cephesi, "Irak ve Şam İslam Devleti" Örgütü (IŞİD) yer alıyor.
Binbaşı Hüseyin Harmuş liderliğinde çok sayıda üst rütbeli askerin 9 Haziran 2011'de Suriye rejimine bağlı birliklerden ayrılmasıyla beraber, rejime karşı savaşan birçok askeri grup ortaya çıktı.
Suriye İslami Kurtuluş Cephesi
Eylül 2011'de oluşturulan Faruk Tugayı, Şam Şahinleri Tugayı ve İslam Sancağı birliklerini bünyesinde barındıran Suriye İslami Kurtuluş Cephesi'nin, başkent Şam'ın banliyöleri ile Halep, Humus, Kusayr, Deyru'z-Zor'da etkin olduğu biliniyor. Cepheye bağlı sancak ve tugayların etkili olduğu alanlar ise şöyle sıralanıyor:
Tevhid Sancağı; Halep, Humus, İdlip ve Rakka'da, Furkan, Hamza, Amr Sancakları, El-Ensar Tugayı ile Kürt Şahinleri Tugayı Kamışlı'da, Yarbay Fatih Hasun liderliğindeki Milli Kurtuluş Hareketi Humus'ta, Ehl-i Beyt Sancağı Hama'da, Kürt Dağları'nda etkili olan El-Hicre İlallah (Allah'a Hicret), Nasır Selahaddin ve El-Iz bin ABDusselam Tugaylarını kapsayan El-İstiklal (Bağımsızlık) Birliği Lazkiye'de varlığını gösterirken, cephenin Tartus ve Banyas'ta da iki askeri konseyi bulunuyor.
 Suriye İslam Cephesi
Şam İslami Kurtuluş Hareketi aracılığıyla ülkenin birçok farklı noktasında 21 Aralık 2012 yılında ortaya çıkan, Suriye İslam Cephesi çatısı altındaki birliklerin bölgelere göre dağılımı ise şöyle:
Lazkiye ve kırsallarında etkili olan Ensaru'ş-Şam Tugayı, İdlip'te İslami Öncüler Grubu, Halep kırsallarında Musab bin Umeyr Taburu, Deyru'z-Zor'da Tevhid Ordusu , Şam ve kırsallarında ise İslam Şahinleri Taburu, Savaşçı İnanç Tugayları, Hamza bin Abdulmuttalib Taburu.
Nusra Cephesi
2011 yılının son aylarında, Suriye rejimine karşı savaşan gruplar arasında ortaya çıkan ve adını Suriye Genelkurmay Başkanlığı binasına ve Halep'teki Subaylar Kulübü'ne düzenlenen bombalı saldırıyla duyuran Nusra Cephesi de Suriye'nin kuzey kesimlerinde etkili ve savaşçılarının büyük çoğunluğu Suriyelilerden oluşuyor.
Aralık 2012'de ABD tarafından terör örgütleri listesine alınan Nusra Cephesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından da El-Kaide ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle oy birliğiyle kara listeye alınmıştı.
"Irak ve Şam İslam Devleti" Örgütü (IŞiD)
Savaşçılarının çoğu yabancı uyruklu olan "Irak Şam İslam Devleti" Örgütü (IŞİD) Esed rejiminin düşmesini, ülkede demokratik bir yönetim inşa etmek için istemiyor. IŞİD, ülkedeki petrol kaynaklarını ele geçirmek istiyor.
Son zamanlarda Türkiye-Suriye sınır kapılarından Babu's-Selame'yi ele geçirmek için ÖSO'ya bağlı Kuzey Kasırgası Tugayı'na saldıran IŞİD, ayrıca Suriye'nin Rakka Ve Deyru'z-Zor kentlerindeki ÖSO güçlerine yönelik tasfiye operasyonu düzenledi. Suriye'nin Babu's-Selame Sınır Kapısı Türkiye'nin Öncüpınar Sınır Kapısı'nın mukabilinde bulunuyor.
Suriye'nin Rakka ve Deyru'z-Zor banliyöleri, Dera ve Kuneytra'da ÖSO'ya bağlı Suriye Türkmen Birlikleri'nin yanı sıra farklı oluşumlar bulunuyor. Çoğunluğu Türkmen birliklerinden meydana gelen 1'inci Fetih Birliği Halep'te, Türkmen Dağ Tugayı ise Lazkiye'nin banliyölerinde konuşlanmış durumda.
PYD'ye (Demokratik Birlik Partisi) bağlı Kürt birlikleri ise Haleb'in Şeyh Maksud ile El-Eşrefiye semtlerinin yanı sıra ülkenin kuzey bölgelerinde yer alıyor.
Kaynak: AA