Monday, April 4, 2016

Erkeklerin Şiddetleri, Şiddetlerin Erkekleri


“Yakından bakınca kimse normal değildir.”
Caetano Veloso

Şiddet dipsiz bir kuyu. Etkilerine, varlığına, sebeplerine, dışavurumlarına, uygulamalarına ilişkin çok fazla şey söylenebilir. Zira uygulanışıyla da, etkileriyle de, izleriyle de çok katmanlı. Acı veriyor, baskı altına alıyor, denetliyor, zorluyor, çepeçevre sarmalıyor, iktidar kuruyor, biçimlendiriyor, tedirgin ediyor, korkutuyor, üzüyor, ağlatıyor, dehşet saçıyor, yalnızlaştırıyor, güvensizleştiriyor, düzene sokuyor, uzun lafın kısası yaşamları cehenneme çeviriyor.
Üstelik şiddetin birçok çeşidi var. Devlet şiddeti, hakaret, bireysel şiddet, doğrudan şiddet, baskı, görmezden gelme ve yok sayma, pornografi, fiziksel şiddet, tehdit, mobbing, savaş, ensest, cinayet, tecavüz, toplu şiddet, taciz, soykırım, kadına yönelik şiddet, linç, sözlü şiddet, işkence, dolaylı şiddet, şiddet denince akla ilk gelenlerin birkaçı ve bunlar ne yazık ki kolaylıkla çoğaltılabilir. Şiddeti salt kapitalist toplumlarla sınırlı düşünmemek gerek; zira kapitalizm öncesi ve/ya kapitalist olmayan toplum ve topluluklarda[1] da şiddetlere ilişkin birçok ritüel ve simgesel anlam bulunuyor[2]. Bu nedenle bir fenomen olarak “şiddeti” tasavvur ederken, onu tüm bu geniş ve yaygın erimi içerisinde düşünmek gerek.
Şiddet bir eylemle, tutumla ya da durumla sınırlı değil; süreklilik arz ediyor, her taraftan, çepeçevre kuşatıyor. Şiddet hallerinin yöntemi, zamanı, mekânı da sayılamayacak kadar çok ne yazık ki: moderniteden bu yana batıda bireylerin mahrem kabul edilen cinsellik gibi alanlarından ve kamusal alanın en kitlesel ve geçip bitmek bilmez –savaşlar, ekonomik buhranlar gibi- zamanlarına değin neredeyse her yerde, her vakitte. Bu nedenle Somersan’ın vurgusu çok anlamlı:
“Şiddeti tanıyorum. Tanıdığımı sanıyorum. Niçin yapıldığı, törensel, sesli, sessiz, simgesel, fiziksel ya da atipik oluşu, başkasına ya da kendine yönelmesi, mazur görülen sebepler beni ilgilendirmiyor. Hepsi şiddet.” (1996: 41)
Şiddet hakkında onlarca açıklama var, şiddet üzerine çok şey yazılıp çizildi[3] ve bu nedenle de burada “şiddetin” neliğine dair yepyeni bir tanım getirme ya da açıklama ortaya koyma çabası içine girmeyeceğim. Fakat burada dikkat çekmek istediğim nokta, yukarıda andığım farklı şiddet türlerinde en önemli ortak noktalardan birinin, şiddete maruz kalanlara, onların iradesi ve istemleri dışında zor kullanarak, yine kendi doğal istemleri dışında bir şeyler yapılıyor ve/ya yaptırılıyor oluşu. Böylece belirli gruplar ya da bireyler, şiddet kullanarak ya da daha dolaylı yollardan, sadece şiddet kullanma olanaklarının varlığını hissettirerek diğer bazı insanların yaşamlarını şekillendiriyor. Bu bakımdan, şiddeti iktidar kurmanın bir aracı olarak görmek gerekiyor. Öte yandan şiddet kullanma -tıpkı mülkiyet gibi- olanağı, hakkı ve hatta tekeli belirli grupların elinde toplanıyor. Bu şiddet kullanma tekeli, bir yandan siyasal alanda devletin, diğer yandan ekonomide en geniş anlamıyla burjuvazinin aygıtlarında somutlaşıyor mesela. Ne var ki bu cinsiyetten bağımsız bir iktidar değil; aksine eşitsiz cinsiyet ilişkileri ağı içinde biçimleniyor ve eyliyor.
Daha yakından bakıldığında, kamusal alandan özel alana değin yaşama sinen şiddet hallerinin birçoğunun faillerinin, onları tasarlayanların ve bu hallerden yarar sağlayanların önemli bir bölümünün erkekler olduğunu görüyoruz. Zira sosyalist feminist düşünür Heidi Hartmann’ın işaret ettiği üzere erkekler, içinde yaşadığımız “kHartmapitalist ataerkil” toplumsal yapının asli failleri konumundalar[4]. Kadınlar, çocuklar ve queer[5] bireylerin hiçbir şekilde şiddet uygulamadıklarını söyleyemeyiz. Fakat onlar halihazırdaki toplumsal yapı içerisinde şiddet kullanmanın ne tekeline sahipler, ne de ondan en fazla yarar sağlayan grup konumundalar. Savaşların, tecavüzlerin, linçlerin, işkencelerin, tacizlerin, kadınlar üzerinde ekonomik şiddet uygulamanın, queerlar üzerindeki cinsiyetçi ve heteronormatif baskıların ve hatta mobbinglerin… failleri hep erkekler.
Bir toplumsal tabaka olarak erkekler, neredeyse tüm ekonomik sınıfları kesen bir biçimde şiddet kullanma tekelini ellerinde bulunduruyorlar. Şiddet uygulayan erkekler ile karşılaşmak için –mesela antropolojideki alan araştırmalarında yapıldığı üzere- fazla uzağa gitmeye gerek yok; evden dışarıya adım atmak, hatta bazen aynaya bakmak bile yeterli olabilir. Biraz sert bir mecaz kullanacak olursak, toplumsal ilişkiler içinde işkencecilerimiz ile yüz yüze geliyoruz sürekli. Kapitalist ataerkilliğin ezilenleri konumundaki kadınlar, queerlar ve çocuklar erkekler tarafından uygulanan şiddetten kaçamıyorlar. Bu durum o denli yaygın ki neredeyse bütün kadınlar ve queer bireyler –en azından- yaşamlarının bir döneminde erkeklerin şiddetlerine maruz kalıyorlar; birçok örnekte de şiddet yaşamlarının trajik bir parçasını oluşturuyor.
Şiddet bazılarının iddia etmeyi pek sevdikleri üzere yalnızca “eğitimsiz” “kara cahil” “yığınların” değil, madunların, alt, orta ve üst sınıflardan erkeklerin de yararlandıkları bir araç. Örneğin eğitimli üst sınıflardan erkekler de, küçük esnaf da, vasıflı olmayan çalışanlar da ev içi alanda sıklıkla şiddete başvuruyorlar. Öte yandan erkeklerin kadınlara ve queerlara yönelik şiddet eylemlerinin görece hafif cezalar alması aracılığıyla siyaset ve hukuk tarafından da dolaylı yollardan destekleniyor.
Erkek egemenliğinin temelinde erkeklerin fiilen şiddet kullanması ve bunun sonucunda zor kullanma tehdidi ve potansiyellerinin varlığı aracılığıyla elde ettikleri rıza var. Erkeklik incelemeleri alanının kurucularından Raewyn Connell’ın[6] işaret ettiği üzere, bütün erkekler –hatta hayatlarında fiilen hiç şiddetle elini kirletmemiş olanlar bile- kadınlar ve queerlara karşı şiddetin varlığından yararlanıyorlar ve halihazırda toplumda kol gezen şiddet ile suç ortaklığı içine giriyorlar[7]. Böylece sadece erkek olmaları, erkeklerin erkek egemenliğinden pay almalarına yetiyor. Böylece yalnızca kişilerarası değil, kitlesel ve toplumsal düzlemlerde de kaynağını buluyor ve gerçekleşiyor. Böylece kapitalist ataerkilliğin, failleri erkekler olan yaygın şiddet pratiklerine dayandığını vurgulamak gerekiyor.
Erkeklerin Şiddetleri
Erkekler tarafından gerçekleştirilen şiddetler, 1980’lerden bu yana gelişen (pro)feminist[8]erkeklik incelemeleri alanındaki en merkezi meselelerden biri olageldi[9]. Alan dahilinde bu sorunsal, temelde Connell’ın ortaya koyduğu doğrultuda, bir yandan farklı “erkeklikleri” inşa eden, öte yandan da erkekliklerin queerlar ve kadınlar karşısında ataerkil toplumsal cinsiyet rejimi dahilinde ayrıcalıklar elde etmesine katkıda bulunması çerçevesinde tartışıldı[10]. Erkeklik incelemeleri, feminizmin ışık tuttuğu yoldan ilerleyerek, tartışmaları makro sosyolojik düzeyden, toplumsal ilişkiler içinde yer alan bireysel aktörlere doğru genişletti. Burada erkeklik incelemelerindeki birkaç kritik katkının altını çizmek istiyorum.
Erkeklik incelemeleri alanındaki en etkili isimlerden Britanyalı sosyal bilimci Jeff Hearn, “erkek şiddeti” (male violence) yerine “erkeklerin şiddetleri” (men’s violences) kavramını kullanmak gerektiğini vurgulamakta[11]. Hearn bunun için dört neden ileri sürüyor. İlkin, “erkeklerin şiddeti” kavramı, şiddet ile erkekler arasındaki ilişkiyi doğrudan bir biçimde kurduğu için daha kesindir. İkinci olarak bu kavram, şiddetin biyolojik nedenlerine ya da biyolojik bakımdan kaçınılmaz oluşuna ilişkin bütün olası varsayımları ortadan kaldırmaktadır. Üçüncü olarak münhasıran “eril” olan ve erkeklerin tüm şiddetinin yalnızca bir parçası olan bir şiddet türü bulunduğuna ilişkin kuşkuları ortadan kaldırır. Dördüncü olarak da erkeklerin şiddetlerinin çoğul niteliğine vurgu yapmaktadır[12]. Hearn “erkeklerin şiddetleri” kavramıyla bir yandan farklı sonuçları ve yansımaları olan şiddet pratikleri bulunduğuna işaret ediyor; diğer yandan, şiddetin erkek biyolojisinin kaçınılmaz bir sonucu olduğuna ilişkin biyolojik ve sosyobiyolojik açıklamalara karşı çıkıyor ve belki de en önemlisi, şiddet ile erkeklik arasındaki özcü bağlantı çabalarını ortadan kaldırmak gerektiğine vurgu yapıyor. Zira erkekler aslında şiddetler ile kaçınılmaz ve ayrılamaz bir ilişki içinde olmak zorunda değiller ve (pro)feminist erkeklik siyasalarının da sık sık altını çizdiği üzere “başka türlü erkeklikler mümkün”[13].
Öte yandan, 1980’lerden bu yana erkek şiddetine karşı mücadelenin öncü isimlerinden Michael Kaufman, erkek şiddetinin temelinde kadınlara, diğer erkeklere ve kendilerine yönelik olmak üzere üç yön bulunduğunun altını çiziyor ([1987] 2001). Kaufman’ın sunduğu bu üç yönlü modele kadınlara yönelik –feminist mücadelenin kazanımları sonucunda artık devletlerin bile göstermelik olarak da olsa karşı çıkmak zorunda kaldıkları- şiddetin yanı sıra queerlara yönelik şiddeti de eklemek gerek. Ancak bu model, yukarıda andığım sınırlılığına karşın, erkeklerin şiddetlerinin sadece kadınlar ve queer bireylere yönelik olmadığını, erkeklerin diğer erkeklere ve kendilerine yönelik şiddetlerinin de erkek egemenliğinin önemli bileşenleri olduğunu vurgulaması açısından önemli.
Kaufman, izleyen dönemde (pro)feminist erkeklik hareketlerinin en ünlü ve en popüler metinlerinden biri olan ve yazarın Türkiye ziyaretinde “Erkek Kaynaklı Şiddetin Yedi Nedeni” adıyla Türkçe’ye çevrilen “The Seven P’s of Men’s Violence”ı yayımladı[14]. Bu yazıda Kaufman erkek şiddetinin temelinde (1) “ataerkil iktidar”, (2) “ayrıcalık taşımanın hak olduğu algısı”, (3) “onaylama”, (4) “erkek iktidarı paradoksu”, (5) “psişik erkeklik zırhı”, (6) “psişik düdüklü tencere olarak erkeklik” ve (7) “geçmiş deneyimlerin” bulunduğunu ileri sürdü. Böylelikle, yapısal bir bütün olarak erkek egemenliğinin yanı sıra, ataerkilliğin erkekler üzerindeki psikolojik sonuçlarını ile bireysel güdülenmeleri şiddetin gerekçesi olarak göstermekteydi. Sonraki yıllarda bu popüler metin, uluslararası ölçekte etkili kadına yönelik şiddete karşı erkeklerin katılımını amaçlayan White Ribbon Campaign[15] (Beyaz Kurdele Kampanyası) tarafından yaygın bir biçimde kullanıldı. Ancak Kaufman’ın fikirleri ve bu fikirlerin uygulama zemini bulduğu White Ribbon Campaign gibi geniş ölçekteki sivil toplum platformlarının, erkeklerin şiddetlerinin yapısal boyutu olan ataerkilliği büyük ölçüde geri plana attığı açık.
Burada sözünü etmek istediğim üçüncü katkı, yine erkeklik incelemelerinin en önemli kuramcılarından biri olan Amerikalı sosyolog Michael Kimmel’ın “Masculinity as Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity” (Homofobi Olarak Erkeklik: Cinsiyet Kimliğinin İnşasında Korku, Utanç ve Sessizlik) adlı ünlü yazısında erkeklikler ile homofobi arasındaki ilişkiye dair yaptığı vurgu[16]. Kimmel, bir toplumsal inşa olarak (ataerkil) erkekliklerin en önemli bileşenlerinden birinin homofobi olduğuna işaret etmekte. Toplumsal cinsiyet kimliği olarak erkeklikler, eştoplumsal[17] uzamlarda ve baba-oğul ilişkisi, erkekler arası arkadaşlıklar, askerlik, erkeklere açık -futbol gibi- sporlar gibi eştoplumsal ilişkiler içinde şekillendiğini vurguluyor. Bu toplumsal ilişkiler içinde erkeklikler cinsel ve toplumsal yönelimlerine kerteriz olarak, ataerkil toplumda hâkim konumda bulunan erkeklerde, film kahramanlarında, siyasetçilerde, din adamlarında, öğretmenlerde, yaşlılarda, askerlerde, çalışma arkadaşlarında ve milyonlarca diğer erkekte bulunan homofobiyi yerleştirirler. Homofobi, erkeklerin eşcinsel olmaktan, böyle kabul edilmekten duydukları “akıldışı” korkudur. Marx’ın “ölü kuşakların geleneği, yaşayanların zihinlerine büyük bir ağırlıkla kâbus gibi çöker” sözünü alıntılayan yazar, meselenin temelinin gerçekte erkeklerin diğer erkeklerle yakınlık kurmaktan duydukları korku olduğunu belirtir[18]. Homofobinin erkekler arasında dehşete varan bir korku yarattığının altını çizen Kimmel, “homofobi erkekliğe dair kültürel tanımımızı örgütleyen merkezi ilkelerden biridir” der[19]. Kimmel’ın homofobi üzerine toplumsal ve psikolojik açıklamaları bir araya getiren fikirlerine transfobiyi de eklemek gerektiği kanısındayım. İşte queer olarak anılmaktan duyulan korkular erkekler arasında öylesine büyük bir dehşet yaratıyor ki bu yön değiştirerek queerlara yönelik nefret, hınç ve şiddete dönüşüyor.
Erkeklerin şiddetlerini anlamak için çok yönlü bir yaklaşımın gerekli olduğunu düşünüyorum. (Pro)feminist erkeklik incelemeleri bu doğrultuda son derece önemli bir bakış açısı sunuyor[20]. Fakat (pro)feminist erkeklik incelemeleri ve siyasalarının bireysel aktörlere odaklanan yaklaşımlarının tam anlamıyla yeterli olmadığını düşünüyorum. Erkek egemenliğinin şiddet ile göbekten bağlı olduğunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, erkeklerin şiddetlerinin, her şeyden önce yapısal bir nitelik barındırıyor oluşu.
Ataerkillik binlerce yıldır varolan bir toplumsal yapı ve günümüzde kapitalist ataerkillik olarak varlığını sürdürüyor. Neredeyse soluduğumuz havaya kadar tüm toplumsal ve kültürel ilişkiler ataerkilliğe entegre durumda. Erkekler, doğar doğmaz halihazırda varolan erkek egemenliğinin bir parçası haline gelmeye ve ondan yararlanmaya başlıyorlar. Kadınlar ve queer bireyler, erkeklerin de facto hakim konumda olduğu bu toplumsal yapı içinde eziliyorlar ve ikincilleştiriliyorlar. Şiddetler, işte böyle yapısal bir ortamda kaynağını buluyor.
Erkeklere, kadınlara, queer bireylere, çocuklara ve kendilerinin daha zayıf olduklarını kabul ettikleri diğer erkeklere yönelik şiddet uygulama ayrıcalığı tanınıyor. Şiddetler, erkek olmanın ayrılmaz bir parçası ve bir önkoşulu olarak değerlendiriliyorlar. Tecavüzden dayağa, queerlara yönelik linçlerden pornografiye şiddet kullanmanın her türlüsü, meşru ve makul sınırlar dahilinde kalmak koşuluyla ataerkil erkekliklerin hakkı olarak görülüyor ve hatta birçok durumda teşvik ediliyor. Toplumsal yapıyı besleyen, güçlendiren ve yeniden üreten erkeklerin şiddetleri genel olarak reddedilen ve lanetlenen değil, alttan alta tolere edilen haller olarak değerlendiriliyor. Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’de son on yıldaki en fazla ses getiren kadına karşı şiddet vakalarından biri olan Güldünya Tören’in öyküsü, baştan başa bu ayrıcalık ve toleranslar ile çevrili. Güldünya, tecavüze uğramasının ardından, ailesi tarafından tecavüzcüsüyle evlendirilmek istendi. Evlenmeyi reddedince, hamile kaldığı gerekçesiyle ailesinin aldığı bir karar sonucu abileri tarafından gündüz sokak ortasında öldürüldü. Bu namus cinayetinin ardından namus cinayetinin azmettiricisi olan babası, Güldünya’nın tecavüzcüsü ile yüzleşerek ondan kendi meşrebince hesap sormak istedi. Sokakta rastlantı sonucu gerçekleşen bu yüzleşmede tecavüzün faili, Güldünya’yı fahişe olmakla suçlayarak ona hakaret edince, Güldünya’nın babası tarafından öldürüldü[21]. Tecavüzden mağdurun tecavüzcü ile evlendirilmek istenmesine, namus cinayetinden tecavüzcünün mağdurun baba tarafından öldürülmesi ve bu ikinci cinayetin gerekçesine değin tüm bu öykü, erkeklerin onay ve kabul gören şiddetlerinin yarattığı korkunç bir trajediler sarmalıdır.
Erkekler için şiddet yapısal bir hak olarak görüldüğü içindir ki erkeklerin şiddet halleri onaylanıyor. Erkeklerin şiddetleri ile bireysel düzlemin yanı sıra yapısal düzlemde de mücadele etmenin elzem olduğu kanısındayım.

Şiddetlerin Erkekleri
Son olarak, erkeklerin şiddetine dair yakın dönemdeki birkaç olaydan söz etmek istiyorum. Yukarıda da tartıştığım üzere, kadınlara ve queer bireylere yönelik erkeklerin şiddetleri neredeyse her gün ve her köşe başında karşımıza çıkıyor. Erkekler, Günçıkan’ın ifadesiyle neredeyse “güçlü bir cinayet şebekesi gibi”[22]. Fakat şiddet çok defa gizlenmeye çalışılan, utanç, kibir ve gurur zırhının ardına saklanan bir olgu. Erkekler şiddet kullanmayı, öldürmeyi, acı çektirmeyi ve tecavüz etmeyi hak olarak, ellerinin kiri, namuslarının bir parçası görürlerken, kendilerine ancak şiddetin trajedisi kalan kadınlar ve queer bireyler kendi içlerine gömerek ondan uzaklaşmaya ve geçici bir ferahlık bulmaya çalışıyorlar. Böylece erkeklerin şiddetleri, ancak ölüm olduğunda, denk gelirse gazetelerin üçüncü sayfalarında kendine yer bulan ve istatistiklerde gerçek değerleriyle karşımıza çıkmayan bir olgu olarak varlığını sürdürüyor. Bu yazının yazıldığı günlerde anaakım medyada olanca vahameti ile gündeme gelen “Cinsel Saldırı Suçları Son Dokuz Yılda Yüzde 400 Arttı”[23]başlıklı haber, maalesef sadece buzdağının görünen yüzünü yansıtır nitelikte. Feminist mücadelenin ısrarlı takibi ve adalet mekanizmaları üzerindeki baskısı yeterli olmasa da son derece değerli kazanımların yaşanmasına yardımcı oldu. Erkeklerin şiddetleri yargılandı ancak bu şiddet eylemleri çoğu kez hafif cezalar aldı[24]. Bu nedenle haber sitesi BiaNet’in 2008 Nisanından bu yana anaakım medyada erkeklerin şiddetlerinin çetelesini[25] tutması şiddetin görünürleşmesi adına son derece anlamlıdır[26].
Yukarıda da belirttiğim üzere, erkeklerin şiddetleri konusunda sadece kadınlara yönelik şiddet eylemlerine bakmak şiddet hakkında eksik bir bakış açısının oluşmasına yol açıyor. Kadınlar, bu şiddetten en çok zarar gören gruplardan biri. Ancak oldukça yaygın bir biçimde queer bireyler de erkeklerin şiddetine maruz kalıyorlar. Üstelik erkeklerin heteroseksist şiddetlerinin yanı sıra homofobiye, transfobiye maruz kalıyorlar, gündelik yaşamda görünmez olmaya zorlanıyorlar. Varoluşları kabul edilmediği gibi, sıklıkla siyasetçiler ve medya tarafından hedef gösteriliyorlar. Son dönemde queerlara yönelik linç girişimleri gerçekleşmeye başladı: 2006 yılında Ankara Eryaman’da[27] ve 2012 güzünde İstanbul Avcılar’da[28] olup bitenler bu vahim sürecin en bilinen örnekleri. Bu kolektif şiddet eylemleri, queerlara yönelik bireysel saldırıların bir devamı ve genişlemesi niteliğinde. Üstelik yukarıda da belirttiğim erkeklerin şiddetin ataerkillik nedeniyle onaylanması nedeniyle bu eylemler çoğu kez cezalandırılmaksızın örtbas ediliyor[29]. Hatta cezalandırmanın da ötesinde, medyanın heteoseksist tavrı, queerlara yönelik ayrımcılığın da ötesine geçerek, bilinçli bir suskunluk ve sansürün yaşanmasına yol açıyor. Bu öylesine gözü dönmüş bir şiddet ki, artık linç eylemleri bile görünmez kılınmaya çalışılıyor.
Her ne olursa olsun, soyut bir şiddet canavarı ile karşı karşıya değiliz. Erkeklerin şiddetleri söz konusu olduğunda akla gelen şeylerden biri de şiddetlerin reel faillerinin kim olduğu. Diğer bir deyişle şiddet pratiklerini bilfiil kimlerin gerçekleştirdiği, şiddete ilişkin tutumları bilfiil kimlerin takındığı, bilfiil kimlerin şiddeti tasarladığı ve tasavvur ettiği, kimlerin şiddetten bilfiil pay aldığı… Buna çok kısa ve doğrudan bir yanıt vermek gerekiyor. Şiddetler, ataerkillik dahilindeki erkekliklerin neredeyse soludukları hava gibi en önemli unsurlarından biri. Şiddetten pay almayan ve yaşamının bir anında da olsa şiddet uygulamayan erkek bulmak çok zor belki de imkansız. Bunun için çuvaldızı kendimize batırmamız, şiddeti topyekün reddetmemiz ve şiddetle sürekli mücadele etmemiz gerekiyor.

(Bu yazı ilk olarak Felsefe Yazın dergisinin "Eril Şiddet: Fail ve Mağdurun Ötesinde" dosya konulu 21. sayısında yayınlanmıştır)
Referanslar
Bozok, Mehmet (2011), Soru ve Cevaplarla Erkeklikler. SOGEP, İstanbul.
Bozok, Mehmet (2009), “Feminizmin Erkekler Cephesindeki Yankısı: Erkekler ve Erkeklikler Üzerine Eleştirel İncelemeler”. Cogito, 58, ss. 269-284.
Cogito, (1996) 6-7.
Connell, R. W. (2005), Masculinities. University of California Press, Berkeley.
Connell, Bob (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. C. Soydemir (çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Hartmann, Heidi (2006), Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği. G. Aygen (çev.) Agora Kitaplığı, İstanbul.
Hearn, Jeff (1998). The Violences of Men. London: Sage Publications.
Kaufman, Michael ([1987] 2001), “The Construction of Masculinity and the Triad of Men’s Violence. İçinde, Kimmel, M. S. ve Messner, M. A. (der.) Men’s Lives. Allyn and Bacon, Boston, ss. 4-16.
Kaufman, Michael (1999), The Seven P’s of Men’s Violence.  http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2009/01/kaufman-7-ps-of.... 4 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
Kaufman, Michael (1999), Erkek Kaynaklı Şiddetin 7 Nedeni. http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2008/12/kaufman-erkek-k.... 4 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
Kimmel, Michael S. (1994). Masculinity as Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity. İçinde, Brod H. and Kaufman M. (der.) Theorizing Masculinities. Sage Publications, Thousand Oaks, 142-163.
Riches, David (der.) (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Somersan, Semra. (1996). “Şiddetin İki Yüzü”. Cogito, 6-7, ss. 41-50.
Ünsal, Artun. (1996). Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi. Cogito, 6-7, ss. 29-36.
White Ribbon Campaign (Beyaz Kurdele Kampanyası) http://www.whiteribbon.com/



[1] bkz. David Riches, (der.) Antropolojik Açıdan Şiddet. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1989.
[2] Elbette psikolojik sorunlardan kaynaklanan normaldışı şiddetler de cabası.
[3] Örneğin bu alanda Türkçe kapsamlı bir derleme için Cogito’nun 1996’da yayımlanan “Şiddet” başlıklı sayısına bakılabilir. Bu sayıda yer alan Artun Ünsal’ın “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi” başlıklı yazısı şiddetin farklı dışavurumlarına ilişkin bir kategorizasyon sunuyor (1996: 29-36).
[4] Heidi Hartmann, Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği. G. Aygen, (çev.) Agora Kitaplığı, İstanbul, (2006).
[5] “Queer” kavramını heteroseksüellik dışındaki bütün cinsel yönelimleri kapsayacak şekilde kullanıyorum.
[6] Connell, çeşitli metinlerinde “Bob Connell”, “R. W. Connell”, “Robert William Connell” ve “Raewyn Connell” isimlerini kullanmaktadır.
[7] Raewyn Connell, Masculinities. University of California Press, Berkeley. 2005, ss. 76-80.
[8] Bu kavramı erkeklerin “feminist” mi yoksa ancak “profeminist” mi olabileceği yolundaki tartışmaları bir yana bırakmak için kullanıyorum.
[9] Bu alandaki başlıca yaklaşımlar hakkında genel bir bakış için bkz. Mehmet Bozok, “Feminizmin Erkekler Cephesindeki Yankısı: Erkekler ve Erkeklikler Üzerine Eleştirel İncelemeler”. Cogito, Sayı: 58, ss. 269-284, 2009.
[10] Bob Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. C. Soydemir (çev.). Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998. Raewyn Connell, Masculinities. University of California Press, Berkeley, 2005.
[11] Jeff Hearn,The Violences of Men. Sage Publications, London.1998, ss. 4-5.
[12] Jeff Hearn,The Violences of Men. Sage Publications, London.1998, s. 4.
[13] Soru ve Cevaplarla Erkeklikler’de vurguladığım üzere, “Ataerkilliğin ortadan kalkması için erkekler de değişmelidir. Değişmek mümkündür!” (Bozok, 2011: 92).
[14] Michael Kaufman (1999) “The Seven P’s of Men’s Violence”.  http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2009/01/kaufman-7-ps-of.... 4 Kasım 2012 tarihinde erişildi. Türkçesi için, Michael Kaufman, (1999). “Erkek Kaynaklı Şiddetin 7 Nedeni”. http://www.michaelkaufman.com/wp-content/uploads/2008/12/kaufman-erkek-k.... 4 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[15] bkz. http://www.whiteribbon.com/ 9 Kasım 2012 tarihinde erişildi.
[16] Michael Kimmel. “Masculinity as Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity”. İçinde, Brod H. and Kaufman M. (der.) Theorizing Masculinities. Sage Publications Thousand Oaks, ss. 142-163, 1994.
[17] Bu kavramı, İngilizcede aynı cinsiyetten ya da aynı cinsel yönelimden bireyler arasındaki toplumsal ilişkilere işaret eden “homosocial” kavramının karşılığı olarak kullanıyorum.
[18] Michael Kimmel. “Masculinity as Homophobia: Fear, Shame and Silence in the Construction of Gender Identity”. İçinde, Brod H. and Kaufman M. (der.) Theorizing Masculinities. Sage Publications Thousand Oaks, ss. 130-131, 1994.
[19] age. s. 131.
[20] İnterdisipliner bir alan olarak gelişen erkeklik incelemeleri birçok kuramsal yaklaşım barındırıyor ve bu metnin sınırları içinde sözünü ettiklerim, alan dahilindeki açıklamalardan yalnızca birkaçı.
[25] Bu çetele için bkz. http://www.bianet.org/bianet/bianet/133354-bianet-siddet-taciz-tecavuz-c..., 9 Kasım 2012 tarihinde erişildi.

No comments:

Post a Comment