Tuesday, November 17, 2015

Ütopya Düşünürü Antonio Gramsci… Aydın sosyolojisi

Ütopya Düşünürü Antonio Gramsci…
Aydın sosyolojisi
Aziz ŞEKER

“Böylece aydınlar, hükmeden (egemen) grubun ‘memuru’durlar ve toplumsal hegemonyanın ve siyasal iktidarın alt kademedeki görevlerini yerine getirirler…” 

Dünya aydın tarihinin önemli kalem kimliklerinden biri olan düşünür Antonio Gramsci 1891’de Sardunya adasında bulunan Ales isimli kasabada dünyaya gelir. Torino üniversitesinde öğrenim görür. Üniversite yıllarında toplumcu düşünceyi benimser. 1915’te Sosyalist Partinin ( II Grido del Popolo) yazı kurulunda görev alır. 1919’da Togliatti ve Terrecani ile birlikte Ordino Nuovo’yu çıkarmaya başlar. 1924’de milletvekili seçilerek parlamentoya girer. Faşist Mussolini, yönetimi ele geçirince ülkeyi terk etmek istemeyen Gramsci 1926’da tutuklanır. Tutukluluk yılları boyunca İtalya ulusunun klasikleri arasında gösterilen Hapishane Defterleri’ni kaldığı cezaevinin ağır koşullarında yazar. Cezaevinde sağlık durumu kötüye giden düşünür, uluslararası bir çabanın sonucunda hastaneye kaldırılır. Çeşitli konularda fikirlerini yazdığı 32 defter 27 Nisan 1937’deki ölümünden sonra günümüze kadar güncelliğini korur.

Gramsci, teorik düşüncesiyle, toplumsal sorunların çözümünü, akıl dışı güçlerin atılımlarına, ‘iradeye’ ya da kendiliğinden olma’ya bırakan felsefelere karşı savaş açmış bir devrimcidir. Üzerinde çalıştığı konularla Gramsci, Marxsistler arasında, 1917 devriminin coşkusuna kapılmakla birlikte, Çarlık Rusya’sına hiç benzemeyen Batı Avrupa sorunlarının özgüllüğünü vurgulayan ve böylece benzersiz bir yer edinen düşünürdür.1


AYDIN ANLAYIŞI İLE GRAMSCİ
Aydın kavramı deyince akla gelen düşünürlerden bir olan Gramsci, aydınları iki grupta ele alır. Ona göre, her yeni ilerici sınıfın ihtiyacı olan ‘organik aydınlar’ yeni bir sosyal düzen kurmak için şarttır. Kendilerini bağımsız zanneden ‘geleneksel aydınlar’ ise aslında eski düzenin geleneğini sürdürmektedir. Gramsci’nin aydın tanımı ‘geniş anlamda örgütsel işlevi, düzenleme işlevi olan herkesi’ kapsayacak kadar geniştir. Bütün insanların akıl ve zihin kapasitesi vardır ama toplumda bugün ancak bazıları zihin ağırlıklı işleve sahiptir.2
Geleneksel kategorideki aydınlar, profesyonel anlamda aydındırlar; sanatla, bilimle, kültürle uğraşır ve geçimlerini bu uğraşla kazanırlar. Aydınların sınıf-üstü veya sınıflar-arası görünümleri büyük ölçüde bu geleneksel aydınların toplumdaki konumlarına bağlıdır. Çünkü bunlar değişik sınıflardan gelebildikleri gibi, geldikleri sınıfın görüşlerinden farklı tutumlara da sahip olabilirler… Toplumda resmen tanınanlar geleneksel aydınlar olmakla birlikte, asıl önemli işlev görenler organik aydınlardır. Bunlar bu aydın niteliğini mesleklerinden almazlar… Gramsci’ye göre organik ayrımının tanımı, temel toplumsal sınıflardan biri içinde düşünme ve örgütlenme işlevini yerine getirmeye bağlıdır. Bunlar herhangi bir iş sahibi olabilirler.3
Yine Gramsci’ye göre: Aydınlar inançlar ağı ile kurum ve toplum ilişkilerini düzenler ki buna hegemonya der. Devleti zor artı rıza, veya baskı ile donanmış hegemonya olarak yeniden tanımlar; politik toplum baskıyı düzenler, sivil toplum rıza gösterir, onay verir. ‘Devlet’ kavramı değişik metinlerde kayma gösterir, öte yandan: kâh politik ve sivil toplumlar arasında denge olarak dar hukuki-anayasal anlamda, kâh her ikisini de kapsar şekildedir.4
Gramsci’de aydın; bulunduğu durumun-sosyal sınıf, tarihsel an vb. bilincinde olan ve bunun gereğini yapan kişidir. Ve ekler, zira aydınların klasik işlevlerinden biri, organize ettikleri ideoloji sistemleri kanalı ile sömüren sınıfların sömürülen sınıflara hegemonyasını mümkün kılmak, aracılık etmektir.5

Eş deyişle Gramsci, aydınlar’ı ve kültür örgütlenmesini inceler: Onun başlıca tezine göre aydınlar özerk, bağımsız bir toplumsal sınıf oluşturmazlar. İster bunun bilincinde olsun ister olmasınlar, üretimde işlevi olan gruplardan birinin sözcüleridirler. Böylece aydınların kendi haklarında besledikleri kuruntu ve metafizik yakıştırmalar silinip gitmektedir. Artık aydınlar, sınıfsal bir işlevi yerine getirdiklerini bilmelidirler.6

AYDIN YIĞIN DİYALEKTİĞİ VE GRAMSCİ

Gramsci, düşüncenin organik bütünlüğünün, sağlamlığının ancak, aydınlarla ‘basit’ insanlar arasında teori ile pratiği birleştiren türden bir birlik olduğunda gerçekleşebileceğine inanır. Yani, bu birlik ancak, aydınların bu yığınlara organik şekilde bağlı olmaları, bu yığınların pratik etkinlikleriyle ortaya koydukları ilkeleri ve problemleri görüp bütünleştirmeleri şartıyla gerçekleşebilir. Bu da kültürel ve toplumsal bir yapının kurulmasına bağlıdır.7
Gramsci’de teoriden, pratiğin tamamlayıcısı, ‘takıntısı’, pratiğin ‘hizmetçisi’ gibi söz edilmektedir. Bu problemin de tarihsel olarak, yani aydınlarla ilgili siyasal sorunun bir yüzü olarak ortaya konulması doğru olur gibi görünmektedir. Eleştirel olarak kendi bilincine erme, tarih ve politika bakımından, aydınlardan kurulu seçkin bir gurubun yaratılması anlamına gelir. Bir insan yığını örgütlenmeden (en geniş anlamıyla) kendisini öteki gruplardan ayırt edemez ve kendiliğinden bağımsız hale gelemez; oysa aydınlar olmadan yani örgütleyiciler ve yöneticiler olmadan teori-pratik grubunun teorik cephesi, düşünce ve felsefe çalışmasında ‘uzmanlaşmış’ kişilerin oluşturduğu bir tabaka içinde somut olarak kendisini göstermeden örgütlenme olamaz. Ancak, bu aydın yaratma süreci uzun, güç, çelişkiler, dağılmalar ve yeniden toplanmalarla doludur. Gelişme süreci bir aydın-yığın diyalektiğine bağlıdır; aydınlar tabakası nicelik ve nitelik bakımından gelişme gösterir, fakat aydınlar tabakasının her yeni ‘genişlemeye’ ve karmaşıklığa doğru atılımı, basit insanlar yığınının buna benzer bir hareketine bağlıdır. Bu yığın da daha üstün bir kültür düzeyine yükselir; aynı zamanda bireylerin ya da az çok önemli grupların çıkışlarıyla, uzmanlaşmış aydınlar tabakası yönündeki atılımlarıyla etki alanını genişletir. Fakat bu süreçte, halkla aydınlar (bunlardan bazıları, bazı gruplar) arasında sürekli kopmalar, ilişkiyi yitirmeler ve bunun sonucu olarak aydınların ‘takıntı’, ‘tamamlayıcı’, ‘madun’ (ast) olduğu izlenimi doğar.8 

AYDINLAR ARİSTOKRASİSİ VE ÇAĞDAŞ KÜLTÜR
Gramsci, çağdaş kültür üzerine şöyle bir atıfta bulunur, çağdaş kültür, özellikle idealist kültür, bir halk kültürü yaratamadı, soyut taslaklardan ibaret ve kuramsal olan okul programlarına, ahlâk ve bilim yönünden olgunluk kazandırmadı: Dar bir aydınlar aristokrasisinin kültürü olarak kaldı, doğrudan ve dolaylı şekilde günlük politika ile ilintili olduğu ölçüde gençliği kendisine çekebildi.9
Böylece aydınlar, hükmeden (egemen) grubun ‘memuru’durlar ve toplumsal hegemonyanın ve siyasal iktidarın alt kademedeki görevlerini yerine getirirler.10
Öyle ki,bağımsız bir aydınlar grubunun kurulması kolay iş değil; etki ve tepkilerle, benimseme ve kopmalarla ve birçok karmaşık yeni oluşumlarla dolu uzun bir süreci gerektirir. Bu, daha alt kademedeki toplumsal bir gurubun dünya görüşüdür. Bu grubun tarihsel bir girişimi yoktur, gittikçe durmadan genişlemektedir. Ama bu genişleme organik değildir; belirli bir nitelik düzeyini aşarak devlete sahip çıkamaz, bütün toplum üzerinde gerçek hegemonyayı yürütemez; oysa bir aydın gurubunun gelişmesinde organik dengeyi ancak bu sağlar.11 

BİLMEKTEN ANLAMAYA, DUYMAYA, TAM TERSİ, DUYMADAN ANLAMAYA, BİLMEYE GEÇİŞ VE AYDINLAR
Gramsci, halktan bir kişi ‘duyar’ ama anlamaz ya da bilmez her zaman; aydın kişi ‘bilir’ ama anlamaz, hele ‘duymaz’ her zaman, iki uçtan birinde bilgiçlik ve dar kafalılık, ötekinde de kör tutku ile bağnazlık görülür. Bu, bilgicin tutkusuz olduğu anlamına gelmez. Tersine, tutkulu bilgiçlik, gemi azıya almış bağnazlık ve demogokluk kadar gülünç ve tehlikelidir. Aydının yanılgısı, anlamadan, hele duymadan bilgiye erişebileceğini sanmasıdır; (yalnız bilginin kendisi değil bilginin konusu da). Sanılır ki aydın, ulusun halk kesiminden ayrı ve kopuk olur, halkın ilksel tutkularını duymaz. Bu tutkuları belirli bir tarihsel durumun içinde açıklar ve buna uygunluğunu saptar ve bunları diyalektikçe tarihin yasalarına, yüksek bir dünya görüşüne bağlar; bilimsel ve bütünleşmiş bir yöntemle, ‘bilgi’yi yoğurursa gerçekten aydın olacaktır. Bir tutku olmazsa, yani aydınla ulusun halk kesimi arasında bir duygu bağıntısı olmazsa tarihsel bir politika olamaz. Böyle bir bağ olmaksızın aydınla, ulusun halk kesiminin ilişkileri salt bürokratça biçimsel ilişkilere indirgenmiş olur; böylece aydınlar bir kastı ya da ( örgütsel merkezcilik) adı verilen bir kutsal kişiler topluluğu oluştururlar, ve aydınlarla ulusun halk kesimi, yönetenlerle yönetilenler, hükümet adamlarıyla halk arasındaki ilişkiler, duygu tutkunun anlayışa ve giderek bilgiye (mekanik olarak değil canlı bir biçimde) vardığı organik bir bütünleşme ile belirlenmiş ise işte o zaman ve yalnız bu koşulla yönetenlerle yönetilenler, hükümet adamlarıyla halk arasında bireysel öğelerin değiş tokuşu var demektir, diye de ekler.12

Hemen ardından bir örnek verir; Fransız aydınları, başka herhangi bir yerdekinden daha fazla, belirli geleneksel koşullar nedeniyle, ideolojik olarak kılavuzluk etmek ve yönetici grupla sıkı bir temas halinde bulundurmak üzere halka daha çok yaklaşırlar.13 

AYDINLAR TERİM VE İÇERİK SORUNLARI
Gramsci’ye göre belirgin, billurlaşmış bir tabaka halinde olan aydınların niteliklerinden biri de, ideoloji alanında daha önceki dönemden bir aydınlar tabakasıyla, aynı kavramlarla ilgili terimler aracılığı ile bir bağıntı kurmaktır. (Yani kendisinin tarih için de kesintisiz sürekliliğin, bunun sonucu olarak da gruplar arasındaki çatışmalardan bağımsız olduğunu kabul eder; diyalektik bir sürece uygun olarak bütün egemen toplumsal grupların kendi aydın kategorilerini oluşturduklarını düşünmez). Her yeni tarihsel bünye (toplum tipi) yeni üstyapılar yaratır ve bu üstyapıların, uzmanlaşmış temsilcileri ve bayraktarları (aydınlar) daha önceki aydın gurubunun devamı gibi değil, ancak yeni durumlardan doğmuş yeni aydınlar düşünülebilir. Eğer ‘yeni’ aydınlar olarak kendilerini doğrudan doğruya önceki ‘intelligensia’nın devamı gibi kabul ederlerse hiçbir şekilde, ‘yeni’ sayılmazlar, yeni tarihsel durumu organik olarak temsil eden toplumsal guruba bağlı değillerdir bu da sonunda yeni tarihsel durumun, kendisine yeni üst yapılar yaratacak bir yetenek kazandıran bir gelişme derecesine ulaşamadığını ve hâlâ eski tarih döneminin çürümüş çerçevesi içinde yaşamakta olduğunu gösterir.14 
Son tahlilde, diyebiliriz ki, ütopya düşünürü Antonio Gramsci dünyanın 21. yüzyılda bir vahşet bataklığına saplandığını somut olarak “görmese de”, aydın kavramsallaştırmasıyla, aydınların bir tavır, sorumluluk ve kimlik olarak dünya sorunları karşısındaki konumlanışını verişiyle ütopyaya, bir aydınlık pınar olmuştur. 

Dipnotlar
1. Cumhuriyet Dönemi Ansiklopedisi, “Gramsci’ye Göre Aydınlar” İletişim Yay.İstanbul,1983,s.125
2. Anderson, Perry: Gramscı Hegemonya Doğu/Batı Sorunu ve, Strateji.Çev. Tarık Günersel. Alan Yay. İstanbul, 1988,s.9
3. Cumhuriyet Dönemi Ansiklopedisi, 1983;125
4. Anderson, Perry: A.g.e., 1988;9
5. Anderson,Perry: A.g.e., 1988;41
6. Gramsci, Antonio. Çev: Adnan Cemgil, Hapishane Defterleri, İstanbul, belge yayınları, 1997,s. 9-10
7. Gramsci, Antonio: A.g.e., 1997;22
8. Gramsci, Antonio: A.g.e.,1997; 29-30-31
9. Gramsci,Antonio: A.g.e., 1997;93
10. Gramsci,Antonio: A.g.e., 1997;29
11. Gramsci,Antonio: A.g.e., 1997;97
12. Gramsci,Antonio: A.g.e.,1997;134
13. Gramsci, Antonio: A.g.e., 1997;137
14. Gramsci, Antonio: A.g.e.,1997; 176-177


No comments:

Post a Comment