Monday, September 28, 2015

ALTINSIZ YAŞAYABİLİRİZ AMA SUSUZ ÖLÜRÜZ

  ALTINSIZ YAŞAYABİLİRİZ AMA SUSUZ ÖLÜRÜZ 
ALTINSIZ YAŞAYABİLİRİZ AMA SUSUZ ÖLÜRÜZ
Cem Akbalık 
Peru, son zamanlarda çokuluslu şirketlere karşı verilen mücadelelerin en yoğun yaşandığı ülkelerden biri. Doğrusunu söylemek gerekirse, mücadele sadece çokuluslu şirketlere karşı değil, aynı zamanda devlete, bu ülkenin egemen sınıflarına ve bölgede altın madenlerinden büyük kazançlar sağlamayı hayal eden herkese karşı veriliyor. Doğayı, yaşadıkları yeri, su kaynaklarını, dolayısıyla da yaşamı savunmaya çalışan Cajamara Bölgesi köylüleri, her defasında devletin ve kolluk güçlerinin saldırısıyla karşılaşıyorlar. Yıllardır süren ve 2012’de beş kişinin ölümüyle sonuçlanan olaydan sonra, köylüler birbirlerine şu soruyu soruyorlar: “Peru devleti kimden yana? Halktan mı, yoksa cokuluslu şirketlerden mi?” Oysaki devlet kararını çoktan vermiş. Bölgede 1993 den beri zaten şirketler altın çıkarıyorlar. Her ne kadar mücadelelerden dolayı şimdilik bazı projeler askıya alınsa da yeni anlaşmalar da çoktan imzalanmış. Projeye karşı çıkıldığında ise devlet halka saldırıyor, darp ediyor, fişliyor, tehdit ediyor ve tutukluyor. Bütün bunlara rağmen köylüler büyük şirketlerin topraklarını ve yaşamlarını yok etmesine izin vermiyorlar, direniyorlar.
“Suya evet, altına hayır”
Peru’nun kuzeyinde, dağların arasında kaybolmuş küçük bir şehir olan Celendin’de yankılanan sloganların başında “Suya evet, altına hayır!”geliyor. Şehrin altında çok önemli altın rezervleri bulunurken, üstünde ise insanlar tarım yaparak yaşamaya çalışıyorlar. Bölgenin en büyük geçım kaynağının tarım ve hayvancılık olduğunu söylemek abartılı olmaz. Bölgede yer altından çıkıp yer üstündekilere can veren çok önemli bir şey daha var bolgede: çok sayıdå su kaynağı.
Conga adı verilen bu yeni projeyi Peru hükümeti 2010’da onayladı.
Bölgede altın çıkarmak isteyen konsorsuyumun en büyük hissedarı amerikalı olan ve merkezi Denver /Kolorado’da bulunan Newmont Mining Corporation (%51,35). Konsorsuyumu oluşturan ikinci büyük şirket ise Compania de Minas Buenaventura (CMB, %43,65) isimli Perulu bir şirket. Üçüncü bir ortak daha var, bu da Dünya Bankası’na bağlı olan International Finance Corporation’dur (IFC, %5). Şirketlerin yaptıkları yatırımlar şimdiden beş milyar civarında.
Peru’ya altın çıkarmak için gelen yabancı şirketler, hükümetlerin bu şirketlerin lehine çıkardığı yasalardan faydalanarak, yerli halkların topraklarını çok ucuza satın alıyorlar. Çook ucuz olan başka bir şey daha var: işçilik.
Normalde projenin 20114’te başlatılması beklenirken, bölge halkının yaptığı eylemlerden dolayı proje şimdilik askıya alınmış. Projenin bulunduğu yerin çevre açısından çok önemli tehlikeler oluşturduğunu söyleyen bölge insanları, sadece bölgedeki suyun ve toprağın değil, zehirli suların nehirler aracılığıyla ta Amozan’a ve Pasifik’e ulaşacağını söylüyorlar. Front Line Defenders adlı organizasyonun 2013’te yaptığı bir ankette, Conga altın çıkarma projesi 4 gölün, 700 su kaynağının, 600 sulama kanalının ve  27 lagunes’in kurumasına yol açacağını açıkladı. Zira projenin hayata geçmesi için her sene en az 2 milyon metre küb suya ihtiyaç var.
«Altınsız yaşayabiliriz, susuz ölürüz»
Bölgede su kaynaklarını ve toprağı zehirleyen, doğa ve çevreye zarar veren tek proje altın çıkarma projesi değil.  Halihazırda üç baraj projesi var ve bunların hepsi Celendin bölgesinde inşa edilecek. Aynı şekilde dört baraj da Cajamarca’da inşa edilecek. Bu barajlardan en az bir tanesinin Conga altın madeninin enerji ihtiyacını gidermek için kulanılacak.
Bölge halkları Conga altın çıkarma projesine karşı
Yabancı ve yerli şirketler tarafından Conga adı verilen bu projeye karşı aktif mücadele eden en önemli kesimler arasında bölgede yaşayan yerli halklar geliyor. Bölgede yaşayan halkların projeye karşı çıkmalarının tek sebebi ise su kaynaklarının zehirlenmesi değil. 1993’de altın çıkarılmaya başlanan Yanaccocha’da proje hayata geçirilirken verilen sözlerin tutulmamış, proje şeffaf bir şekilde hayata geçirilmemiş ve çok ciddi yolsuzluklar yapılmış. Bunun için de halk, “Projeyle birlikte bölge daha da kalkınır” diyen şirketlere ve hükümete itibar etmiyor ve örnek olarak da komşu bölgede 1990’li yıllarda başlayan altın çıkarma projesini örnek gösteriyor. Cajamarca’da altın çıkarılmaya başlandığında, bölge Peru’nun en yoksul dördüncü bölgesiyken, 20 yıl sonra, %51,9’luk bir oranla, bölge ülkenin en yoksul bölgesi olur.
Devlet terör estiriyor
Mücaddele eden halk ile şirketler arasında seçimde zorlanmayan devlet tercihini açık bir şekilde yapmış görünüyor. Devlet, topraklarını, su kaynaklarını ve yaşamlarını korumak için projeye karşı çıkan yerli halkları, aktivistleri terörist ilan ediyor ve çok sıkı kontrollere tabi tutuyor. Eylemler yoğunlaştığında ise “acil durum” ilan ederek evlere baskınlar yapıyor, keyfi tutuklamalarda bulunuyor.
2012’de beş aktivist polis tarafından öldürüldü
Polis sadece baskılar ve gözaltılarla yetinmiyor, yeri geldiğinde insanların üstüne ateş açarak insanları katledebiliyor. Örneğin 2012’de, Celendin’de dört, Bambamarca’da bir kişi olmak üzere toplam beş kişi polis tarafından yapılan protesto gösterileri sırasında öldürüldü. Ve bu öldürülenlerden biri 16 yaşında bir gençti. Global Witness’e göre, Peru’da 2002 ile 2014 arası toplam 57 çevreci aktivist öldürüldü. Bütün bunlara 2015’de Areequipa’da polis tarafından öldürülen dört aktivisti de eklemeyi unutmamak lazım

Tuesday, September 15, 2015

Bert Hardy

Bert Hardy 

Bert Hardy (19 May 1913 — 3 July 1995) was a documentary and press photographer known for his work published in the Picture Post magazine between 1941 and 1957.
berthardy
Bert Hardy rose from humble working class origins in Blackfriars, the eldest of seven children. He left school at age 14 to work for a chemist who also processed photos. His first big sale came when he photographed King George V and Queen Mary in a passing carriage, and sold 200 small prints of his best view of the King. Hardy freelanced for The Bicycle magazine, and bought his first small-format Leica 35 mm. He signed on with the General Photographic Agency as a photographer, then found his own freelance firm Criterion.
In 1938 Hardy became one of the first photographers to use a Leica 35mm camera. After working as a freelance until being recruited by Tom Hopkinson, the editor of Picture Post. Hardy became famous for his photographs of the Blitz .
bert-hardy2girlsbeach
Maidens in Waiting, Blackpool, 1951 (Bert Hardy/Getty)
Having written an article for amateur photographers suggesting that you didn’t need an expensive camera to take good pictures, Hardy staged a carefully posed photograph of two young women sitting on railings above a breezy Blackpool promenade using a Box Brownie in 1951, a photograph which has since become an iconic image of post-war Britain
Chelsea_party__1952_
Chelsea Party 1952
**
Bert Hardy exhibiton
 British sailors taking shore leave on Gibraltar visit the Suiza Bar to watch a Spanish dancer perform. (Bert Hardy/Getty)
**
Street Corner
Royal Wedding Spectator
Wedding Procession -Queen Elizabeth
**
Hardy’s work in the Gorbals area of Glasgow was particularly poignant and reflected his working class origins,as well as his sharp eye.
Bert Hardy exhibiton
Children in the Gorbals, Glasgow, 1948
**
**
gorbalsballoon1948
Gorbals 1948
**
gorbals street1948
Gorbals 1948
**
gorbalsdogs1948
Gorbal’s dogs 1948
**
He photographed other street scenes in other cities…
eastendch1946
Children in the East End of London after the Blitz 1946
**
Bert Hardy exhibiton
Sending children off to the countryside from war ravaged London (Paddington station) 1942
**
Young Evacuee on Train
Young evacuee on train 1942    © Hulton-Deutsch Collection/CORBIS
**
Bert Hardy exhibiton
Parson French searching for clothes with a child who was not sent out of London during the war.1940
**
Bert Hardy exhibiton
‘Millions like her…’  Birmingham 1951
**
Bert Hardy exhibiton
Choosing buttons Piccadilly 1953
**
Bert Hardy exhibiton
Too many spivs? 1954

Saturday, September 12, 2015

“Devlet Bize Ne Mi Yaptı?” – Aylin Sal Pelin Derici

Meydan Gazetesi- Devlet Bize Ne mi Yaptı

Gever’de (Hakkari Yüksekova) kaydedilmiş, elleri arkalarından kelepçeli olarak yüzüstü yere yatırılan onlarca işçiye nefretle bağıran bir özel harekatçı polis amiri, sosyal medyada dolaşan bir videoda “Ne yaptı ulan size bu devlet?” diye soruyor. Ve bağırıyor: “Bakma ulan bana, herkes yere baksın!”
Çünkü devlet hep güçlü olan olarak anlatır kendini, ona göre yenilmezdir ve vazgeçilmezdir. Oysa gücünü başkalarını güçsüz bırakmaktan, zenginliğini başkalarını sömürmekten alır. Büyüklüğünü ise baş eğdirerek, boyun eğdirerek göstermek ister.
Burada seçtiğimiz fotoğraflar, farklı dönemlerde, farklı yerlerde, farklı olaylarda çekilmiş olsa da, ‘‘devletin gücünü’’ bizlere göstermek istediği karelerden bazılarıdır… Devletin dayatmalarına baş eğmeyenlere, ona başkaldıran ve isyan edenlere yıllar boyunca neler yaptığı sorusunun da kısa bir yanıtıdır.
Devlet Cenazeleri, Öğrenciler Vapuru Kaçırdı
devlet cenazeleri öğrenciler vapuru kaçırdı 2
Devletin faşist baskılarına karşı mücadele yürüten birçok devrimci, faili saklanan kurşunların hedefi oldu. 2 arkadaşları yine bu kurşunlar yüzünden katledilen devrimci öğrenciler, cenazeleri vermeyen devleti protesto için şehir hatlarına ait Suadiye yolcu vapurunu kaçırdı. Yaklaşık 400 öğrenci Karaköy iskelesinde işgal ettikleri vapurun kaptan köşküne çıkıp önce Harem ve Kadıköy’e, ardından da Boğaz’a doğru hareket ettiler. Yanaşacakları Karaköy İskelesi’nde hazır bekleyen polislere, öğrenciler direniş gösterdi. Eylem sonunda polis öğrencilerin bir kısmını kaptan köşkünde bir kısmını yolcu salonlarında yüzüstü yatırarak gözaltına aldı.
devlet cenazeleri öğrenciler vapuru kaçırdı 1

1 Mayıs Yasak
1 mayıs yasak
Ezilenlerin, her yıl 1 Mayıs’ta fabrikalarda değil alanlarda olmaya yönelik çağrısı, 1886 yılında Haymarket’te başlayan patronlara karşı direnişin devletin kanlı saldırılarıyla boğulmaya çalışılmasına da bir tepkidir, o kavganın devamıdır. Bu topraklarda da devletin 1977 yılında kana buladığı 1 Mayıs, sonraki yıllarda yasaklandı, yetmedi sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 1979’da bu yasağı dinlemeyen binlerce devrimci işçi, sokaklara çıktı, ancak erken saatlerden itibaren yolları tutan polis ve asker havaya ateş açarak önlerini kesti. Resmi rakamlara göre 1139 kişi, üzerlerine silah doğrultulmuş biçimde yüzükoyun yerlere yatırılıp bir süre bekletildikten sonra İnönü Stadı’na toplandı, daha sonra askeri kışlalara nakledildi.

Taksim’e Giriş Yasak
taksime giriş yasak
80 darbesinden sonra yasaklanan 1 Mayıs’larda devlet, 77’deki katliamda ölenleri anmaya bile izin vermedi. Devletin tüm yasaklamalarına, ulaşım araçlarını engellemesine, Taksim’i polis bariyerleriyle sarmasına rağmen, on binlerce kişi sokağa çıktı ve Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. 2015 yılına ait olan bu görüntü, Fulya’ dan Taksim’e çıkmaya çalışanların, polisin gaz ve tazyikli suyuyla durdurulması sonrası polisler tarafından yere yatırılarak kelepçelenmesini gösteriyor.
Polis IŞİD’in Yanında
polis ışidin yanında
IŞİD’in Kobanê’ye saldırıp katliamlarını sürdürdüğü süreçte Beyazıt Meydanı’nda bir araya gelen devrimciler IŞİD’i protesto etti. Polis burada da katillerle nasıl bir işbirliği içerisinde olduğunu gösterdi ve meydanda pankart açarak “Katil IŞİD hesap verecek” sloganları atan devrimcilere saldırdı. Direnen devrimcilere işkence yapan polis, ters kelepçeyle gözaltına aldığı 23 devrimciyi yüzükoyun yere yatırarak bekletti ve ardından gözaltı araçlarına aldı.

Kobanê Düşmeyince…
kobane düşmeyince 1
Kobanê’ye geçmek için Suruç’ta bir araya gelen 300 devrimci basın açıklaması yaptığı sırada bir IŞİD’li, üzerine bağladığı bombaları patlatarak 33 devrimciyi katletti. Bunun üzerine öfkeleriyle birçok gençlik örgütü sokaklara çıktı. Bu eylemlerden biri de Kadıköy’de gerçekleşti. Yüzlerce devrimci Bahariye’den Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na “Katillerden hesabı gençlik soracak!” “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganlarıyla yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında katledilen devrimcilerin isimleri söylenerek hep bir ağızdan “Yaşıyor!” denildi. Suruç’ta bombayı patlatanlardan bir farkı olmayan polis, yürüyüşe “Aranızda maskeliler var” diyerek saldırdı. Polisin bu şiddetine tepki gösteren halka da küfreden polisler onlarca insanı yerlere yatırıp ters kelepçeyle gözaltına aldı.

Katliama Karşı Eylem Yapan Liselilere İşkence
Katliama karşı eylem yapan liselilere işkence 1
Devletin ülkücü faşistlerine yaptırdığı Maraş Katliamına karşı her yerde protestolar yükseldi. Bunlardan biri de İstanbul Güngören’deki İzzet Ünver Lisesi öğrencilerinin dersleri boykot çağrısı yaparak okulu işgal etmeleri ve okula pankart asmalarıydı. Okulun içerisinde kurdukları barikatlarla direnen öğrencilere polisin saldırısı sert oldu. Polis okula girdi ve eyleme katılan yaklaşık 500 öğrenciye okulun içinde coplarla saldırdı. Tüm öğrencileri okulun bahçesine çıkarıp yüzükoyun yere yatırarak üzerlerini aradıktan sonra gözaltına aldı.
Dersim Politikasında Bir Değişiklik Yok
Dersim politikasında bir değişiklik yok
Devlet, gücünü farklı din ve mezheplere, özellikle de Alevilere göstermekten çekinmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında önce Dersim’i karalama kampanyası başlatıp sorunun çözümü olarak da Alevilerin katledilmesini planladı ve uyguladı. Dersimlileri mağaralara doluşturup üzerlerine kimyasal gaz sıkarak ya da nehirlere atarak toplu ölümler gerçekleştirdi. Sonraki yıllarda da Dersim, hep polisin ve jandarmanın operasyonları, köy baskınları, köy meydanına topladığı köylüleri yere yatırıp işkence yapması ve gözaltına almasıyla bilinir oldu.
Viranşehir, Roboski…
viranşehir roboski
Devletlerin katliamları saymakla bitmiyor. Yakın tarihteki Roboski’nin bir benzeri, 1975 yılında Viranşehir’de yaşanmış, kaçakçılık yaptıkları iddiasıyla 9 köylüye ateş açılarak katledilmiş, göstermelik yargılamadan da bir sonuç çıkmamıştı.
Katiller ellerini kollarını sallayarak dolaşırken, bu katliamı protesto etmek üzere Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen mitinge “izinsiz” diyerek saldıran polis, göz yaşartıcı gaz sıktıktan sonra yere yatırılan eylemcileri coplarla döverek kelepçeleyip gözaltına almıştı.

1 Mayıs’ın Mahallesi de Yasak
1 mayısın mahallesi de yasak
Farklı kentlerden iş bulmak umuduyla gelen binlerce insanın kendi imkanlarıyla yaptıkları gecekondulardan oluşan 1 Mayıs Mahallesi’ndeki devrimci dayanışma, devleti rahatsız etti. Devlet burada da gücünü göstermeliydi! Bu birlikteliği yıkmaya gelen polis ekipleri ile mahalle halkı arasında 2 Eylül 1977 tarihinde saatlerce süren bir çatışma çıktı. Yanlarında polisiyle, jandarmasıyla yıkım için gelen iş makinelerine direnen mahallelilerin ve devrimcilerin üzerlerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Polis kurşunlarına sopa ve taşlarla karşılık verildi. 12 mahallelinin katledildiği, onlarcasının yaralandığı çatışmalarda 100’den fazla kişi yere çökertilerek elleri enselerinde saatlerce bekletildi, ardından gözaltı araçlarına alındı.
Devletin Gezi Korkusu
devletin gezi korkusu 2
Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası için ağaçların kesilmek istenmesine tepki olarak başlayan eylemler, kısa sürede on binlerce insanın katılımıyla tüm sokaklara sıçradı. Tomasıyla, akrebiyle, biber gazlarıyla halka saldıran polislerle direnişçiler arasında günlerce süren çatışmalar yaşandı. Gezi Parkı’ndaki eylemlere destek vermek, iktidara olan öfkesini haykırmak için hemen her kentte eylemler yapıldı. Ancak polis tıpkı İstanbul’da olduğu gibi çok sert saldırdı. Ankara’da Ethem Sarısülük’ü, İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş’ı, Berkin Elvan’ı, Antakya’da Abdullah Cömert’i, Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ı katletti. Tüm bu yaşananların ardından isyanın bir yıl sonrasında yaşamını yitirenleri anmak için başta İstanbul olmak üzere birçok kentte eylemler yapıldı. Yapılan eylemlerde polis saldırısı yine çok sertti. İstanbul’da 103 eylemci gözaltına alındı. Yoğun gazdan, üzerlerine sürülen toma ve akrepler yüzünden birçok insan yaralandı. İstiklal Caddesi’nde gözaltına alınan eylemciler yerlerde ters kelepçeyle yüzüstü yatırıldı.
Soygun Bahane!
soygun bahane 1
Beyazıt’ta bir banka şubesinde ülkücü faşistlerle karşılaşan devrimci öğrencilerin başlattığı kavga, banka önünde bekleyen jandarmanın bunu soygun zannedip havaya ateş açması ve ardından gelen polis ekiplerinin banka şubesini kurşun yağmuruna tutmasıyla çatışmaya dönüştü. ‘Güçlü devletin’ polisinin içerdeki birçok kişinin yaralanmasına neden olması yetmezmiş gibi, bir de dışarda yüzükoyun yatırarak bekletmesi, ardından gözaltına alması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.
Devlet Korkmamamızdan Korkar
devlet korkmamamızdan korkar
Askeri darbe dönemlerinden öğrenci eylemlerine, sendikal mücadeleden gecekondu direnişlerine, Roboski’den Kobanê’ye kadar hemen her yerde karşımıza aynı tablo çıkıyor: Boyun eğdirmeye çalışan devlet ve boyun eğmeyen bir halk.
Yukarda sıraladığımız görüntülerde, asıl fail olan devletin rolü gizlenerek, yapılanlar olan politik sürece, devletin gizli ya da açık teşkilatlarına bazen de devlet yetkililerin kişisel tutumuna mal edilir. Devlet kendini böylece aklamaya çalışır.
Bizler biliyoruz ki, devlet yok olmadığı sürece boyun eğdirme görüntüleri tekrarlanacaktır. Çünkü bu, devletin varoluşunun bir gereğidir. Devlet gücünü göstermek için her zaman baş eğdirmek zorundadır.
“Bakma ulan bana, herkes yere baksın” diyerek dillenen devletin; baş eğdirmeye çalışırken sakladığı büyük bir korkusu vardır. Ve bu cümleyle, özel harekatçının ağzından kaçırdığı gerçek şudur: Korktuğu gerçeği. Yıllarca adaletli ve özgür bir yaşam için direnen insanlara polisiyle, jandarmasıyla saldırmaktan geri durmayan bu devlet; yıllarca özgürlük mücadelesi veren bir halkı bombalayarak, kurşunlayarak, işkence ederek yok etmeye çalışan, kendisine direnenlerin iradesini teslim alarak kimliksizleştirmeye çalışan bir devlet; sebebi ne olursa olsun baş eğdirmeye çalışan bir devlet, korkuyordur.
Bütün varoluşunu korkutmak üzerine kuran devlet, gücünü ve iktidarını kaybetmekten korkar. Bunun için daha da korku salan yöntemler geliştirir. Ama bu onun korktuğu gerçeğini değiştirmez. Üstelik o, korktuğunun fark edilmesinden daha da çok korkar.
Korkmakta haklıdır! Gerçekten de, yıllarca baş eğdirmeye çalıştığı fakat bitiremediği, her seferinde küllerinden yeniden doğan halkların mücadelesi, korkulmaya değerdir.
Çünkü bakışlarını yerden kaldırmaya cüret eden yalnızca bir çift göz değildir artık. O bir çift gözün içinde parlayan, Ceylan’ın, Uğur’un, Berkin’in ve katledilen yüzlercesinin bakışlarıdır.
Ve evet; devlet bu bakışların karşısında, korkmalıdır. Korkmalıdır çünkü bulduğu her çatlakta yeniden filizlenen direnişimiz, öldürdükçe yeniden doğan kardeşlerimiz ve bize her saldırdığında daha da bilenen öfkemizle baş eğmeyeceğiz. Ve haykırıyoruz, biz kazanıyoruz.
Aylin Sal- Pelin Derici 
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.