Wednesday, April 6, 2016

Aleviliği Yozlaştıran Ali Kültünün Tahribatları!

Zerdüşt Mani Mansur

Dışımızda kalması gereken İslamiyet’in acımasız kılıcı ve komutanı Ali kişiliğinin ve efradının [12 imam gibi] bizlere [özelde Kürt Kızılbaşlığına genelde Alevilere] bu kadar derinden nüfuz etmesinin sebepleri sayılmayacak kadar fazladır. Kanlı katliamlardan-asimilasyonlardan geçirilip, yol önderleri katledilmiş, inancı yasaklanmış, ibadet vaziyetinde yakalandıklarında dahi başlarına nelerin geleceğini bilen Kızılbaşların Ali’ye sarılmaları adeta; denizde boğulmak üzere çırpınış halinde olan, ellerine yapışan yılana sarılmalarına benziyor. Ali ile Muaviye-Emevi güçleri arasında ki savaşta Ali tarafını tutmak “bizler bu savaşta nasıl kazançlı çıkarız, faydalanırız” yanılgısıyla destekleyen pragmatist Alevi zihniyetinin yıllar sonra alıp kültleştirdiği Ali kişiliğini sorgulamadan-yargılamadan, “yol önderi” sıfatını ona vermeleri Alevi inancını ve yaşamını derinden tahribatını yaratmıştır. Ritüellerinde ki Ali kişiliği “Atsan atılmaz, tutsan tutulmaz” kabilinde bir beladır Alevilerin inancında ve yaşamında.
Sıffın Savaşını kaybeden [dolayısıyla iktidar kavgasını kaybeden] Ali ile Ali’yi destekleyen Hariciler-zimmiler-muhtediler, Alevilerin farklı gizli tarikatları arasında kavga başlar. Ali ile Hariciler arasındaki çatışmanın keskinliğinin Haricilerde ve diğer aldatılmışlarda ki tezahürü; “ihanete uğradık!” Öfkesidir. Haricilerin ihanete uğramasının psikolojik-sosyolojik-ideolojik ve inançsal etkileri Haricileri tetikleyen fişeklemelerdir. Yıllarca baskı altında inançlarını ve yaşamlarını sürdürenler kurtuluşun ışığını Ali’de görmüş ona sarılarak nefes alınacak ortamın yaratılacağını ve özgürce ibadetlerini yapabileceklerini tahmin etmişlerdi. Hakem tayiniyle Ali’nin halifeliği Muaviye’ye devretmesi İslam’ın iktidarlaşması yolunda kaçınılmaz olan anlaşmaydı! Haricilerin ve diğer İslam-müslüman olmayan tarikatların Sıffin Savaşından galip çıkması, [Ali önderlik etse de] ardında ki İslamiyet’in baskısından yılmış Ali destekçilerinin ve tarikatların talepleri görmezden gelinemezdi. Mutlak olarak Ali’den beklentileri olanlar; inançlarıyla yaşamak ve zaferle çıkılmış savaşta haklarını dayatmak ve almak olacaktı! Ne var ki böylesi gelişme İslamiyet’in doğmadan ölümü anlamına geliyordu. Dolayısıyla Ali’ye karşı öfkelenen Hariciler ile İslam-müslüman olmayanların sonu Ali tarafından ateş kuyularında yakılmaları oldu. Aksi halde İslamiyetin elde ettiği tüm ganimetler elden gidecek, eski Arap kabile-kavminin yoksulluğunun debdebeli yaşamına geri dönülecekti. Oysaki Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Zerdüştilerden ve diğer halklardan devasa genişlikte ve yoğunlukta zenginlik gasp edilmişti. Zenginlik ve şatafat içinde yaşamaya alışan İslam’ın halifeleri-imamları-peygamberleri-kralları-İmparatorları-devlet adamları, kendi aralarında dalaş da olsa, zenginliklerinin ellerinde kalmasını istedikleri için aralarında süren savaşı durdurmalarının kendi bekaları ve geleceğinin tehdit altında olduğunu bilmeleri anlaşılıyor elbette. Yağma ve talanın, gaspın, haksız zenginliğin asli sahiplerine dönmesini ve kölelerin özgürlüğünü asla kabul edemezlerdi. İktidar kalacaksa Muaviyelere-Emevilere kalmalıydı. Alevilerin-Haricilerin-Zimmilerin-Hıristiyanların-Mecusilerin-Zaddikilerin-Yahudilerin eski konumlarını yaşamamaları için kendi aralarında ki dalaşı, halifeliğin el değiştirmesiyle halleden İslamın efendileri! Çıkar savaşlarını geçici olarak erteleyip, etrafında döndükleri iktidar-devlet-saltanatını sahiplenerek, Sıffın savaşındaki keskin çatışmasının pratik sonuçlarını, Ali ile Muaviye-Emevi klikler arası dalaşı erteleyerek zımni anlaşmadan iktidarlarını nasıl kurtardıklarını görerek yorumlayabiliyoruz.
İslam içinde yaşananların benzeri ilişkileri bugünün Türkiye’sinde görmek olası. Kemalist iktidarcı kanat ile İslam-Türkcü AKP kliği arasında ki iktidarı sahiplenme dalaşında bir birilerini yiyip bitirseler de kendilerine temelden tam karşıtlarına, iktidarlarını kaptırmamak uğruna aralarında el değiştirmeleri, düşmanlıklarını erteleyip devletlerini sahiplenmeleri bizleri haklı çıkarıyor.
Ziya Şakir’in yazdığı, “Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı” adlı kitap [Kerbela Vakası ve Kerbala’nın İntikamı – İstanbul Maarif Kitap hanesi, İstanbul Maarif Matbaası!] da Sıffin Savaşı sonrası gelişmeler detaylarıyla anlatılır.
Nehrivan’da üç binden fazla Harici, bütün gücünü Allah ve elçisi Muhammed’den alan Ali ve askerlerince katledilmişlerdi. Ali ile Muaviye kuvvetleri arasındaki çatışmalarda, Ali’nin Muaviye ile anlaştığını ileri süren beş bin kişilik Hariciler Ali saflarından ayrılmış Ali’ye karşı tavır almışlardı. Bunlardan bin sekiz yüzü, Ali ve efradının çağrıları sonuç vermiş, beş bin kişiden ayrılıp “pişman” olduklarını söylemişler, Ali’ye tavır almaktan vazgeçmişlerdi. Ancak geri kalan üç bin Harici Ali’nin ve ordularının gazabından kurtulamadılar; Ateş kuyularında diri diri yakıldılar. Katledilenlerden kala kala yedi kişi geriye kalıyor. Yedi kişiden üç kişi katliamın sorumlusu olarak üç hedef belirliyor ve üçünün de öldürülmesine karar veriyorlar. Bu üç kişi; Ali, Muaviye ve Amr İbnil As’tır. Ali’yi öldürmekle görevli olan El Mülcem Küfe’ye gelir. Eşi ve babası Ali tarafından Nehrivan’da  katledilen Kuttabe’nin evinde misafir olur. Kuttabe El Mülcem’e iki de Küfeli genç yardımcı verir: Verdan ve Şebib bin Becire. Ali, sabah namazına giderken El Mülcem’in saldırısına uğrar, başından ağır kılıç darbesi alır. Oğlu Hasan “Melunlar, Allah’ın Kabe’sini yıktınız” deyip saldırganlardan birini yaralar. Oğlu Hüseyin olay yerine gelir; “Hey Allah’ın zalimleri… Tanrının aslanına nasıl kıydınız...?” diye haykırır. [Dikkat edelim; Ali Tanrının Aslanı, Ali’ye saldıranlar da Tanrının zalimleri! İlginç, farklı kişilikli Tanrı kulları] Hüseyin engellenir ve ona babası tarafından şunlar söylenir; “Evet ölüm hükmü Allah’ın emridir..!” der.
El Mülcem Küfe yolunda yakalanır. Henüz ölmemiş olan Ali’nin huzuruna getirirler. Ali der ki; “ona [El Mülcem’e] dokunmayın, sakın ona eza ve cefa etmeyiniz! Bana verdiğiniz yemeklerden ona da verin. Şayet ben sağ kalırsam onunla bizzat ben hesaplaşacağım! [nasıl hesaplaşacağını yaşamadığı için asla öğrenemeyeceğiz, ancak oğulları ve efradı nasıl hesaplaşıldığını gösterdiler] Yok eğer ölürsem şeriatın hükmünü yerine getirin. Ama bu hükmü yerine getirirken sakın ona ıstırap çektirmeyin! O bana bir kılıç darbesi vurdu sizde onu bir kılıç darbesiyle öldürün! Demiş. Ali bunları anlatırken, bize, Alevilere olayın aktarılan yanı tamamen duygusal sömürüdür. Ali kişiliğinin nezaketli, insani-hümanist yanılgısı abartılarak, bizleri etkisi altına alınıp ona bağlanmaya yönelik dile ziyadesiyle önem verilir. Ali’ye olan hayranlık ve bağlılık örgüsü öylesine incelikli, sedef-sedef işlenir ki; Ali adeta affeden-merhametli-şefkatli-insancıl, katiline oldukça hümanist yaklaşan ve onun [El Mülcem] ölümünün sağ kalması halinde kendi elinde olacağını söyleyerek, [hangi ölümlerden ölüm beğeneceğini sonradan El Mülcem öldürülürken anlıyoruz] Ali’nin şefkatini! Aleviler hiç sorgulamadan ona hayranlık duyarak yüz yıllardan bu yana anlatılanlara inandılar. Ağlayarak-hıçkırarak-sızlanarak, uğruna karalar bağlayarak, kendilerine dirhem melhem-derman olmayan İslam’ın en keskin kılıcı için. Oysaki kılıç, Haricilerin ve İslam-müslüman olmayanların boynunda hiçbir zaman eksik olmadı.
Ali’nin Ölüm Emri Tanrıdan Değil miydi?
Ali bir gün rüyasında Muhammedi görür. Ali rüyasında Muhammed’i görüyor. Muhammed Ali’ye öleceğini bildiriyor. Muhammed Ali’ye; “yüce Allah seni benim yanıma alacağını, yerinin cennet olduğunu” söylüyor! Takdiri ilahi bu ya. El Mülcem’e de ayan olmuş oluyor, Ali’nin Muhammed’in yanında gideceği. İnfaz için Ali’nin evinin etrafında pusuda bekleyen El Mülcem ve diğer iki yardımcısı Ali’nin başına kılıç darbesini indirdiğinde Ali; “Evet, hüküm Allah’ındır” diyor. Rüyasında gördüğü Muhammedin kendisine söylediği; “Allah senin ölümünü istedi” buyruğunu hatırlıyor Ali.
Ne var ki, Ali ve efradı Ali’nin ölümüne hiç de sevinmiyorlar. Allaha bu kadar bağlı olan Ali’nin neden gerek kendisinin gerekse oğullarının ve islam-müslüman aleminin Ali’nin öldürülmesine veya ölümüne sevinmediklerini sorgulamak elbette hakkımızdır. Madem ki Allah’ın emridir, El Mülcem gibi bir fedai ve iki yardımcısı pekala Allah’ın emrini! yerine getirmekle görevlendirilmiş ve o emri bir gece yarısı gizlice ifa etmişlerdir. Ölüm emrinin gece yarısı; gözlerin görmeyeceği, şahitlerin olmadığı, korkunun en üst düzeyde yaşandığını, yakalanması halinde El Mülcem ve yardımcılarının başlarına nelerin geleceğini her halükarda eylemin konulduğu zamanın karanlığın neden seçildiğini tahmin edebiliyoruz. Ali, kendi efradına şunu söylerken itirafında dahi Allah’ına güvensizlik ve sadakatsizlik okunuyor. “Ölüm Allah’ın Emridir…” diyorsa hüküm yerine getirilmiş, faninin bu dünyadan alınıp cennete götürülmesi gerçekleşmiştir. Ali’nin ölümünün hangi yol ve yöntemle-araçla gerçekleştirilmesi sorgulanamaz burada! Rüyada hangi yol-yöntem ve araçlarla gerçekleşmesinin söylenmemesi Ali’nin ölümünün tanrı tarafından verilmediğini sorgulamaz. Allah pekala şunları söyleyebilirdi: “Ali’nin ölümü El Mülcem veya haricilerin-muhtedilerin-kafirlerin-zimmilerin elinden değil bir Müslümanın elinden olmasını isterim” dememiş olması, ölüm emrinin kendi inancına-dinine uygun düştüğü kabul ediliyor demektir! El Mülcem’e “Git aslanımı öldür” diyen Allah’tır, Allalh’ın emrini Ali’ye rüyasında iletende Muhammed’dir.
İlginçtir Amr İbni As ve Muaviye ölümden kurtuluyor. Demek ki Allah bu iki kafir! kulunu yanına almayı düşünmüyormuş!
İbni Mülcem’in Öldürülmesi oldukça vahşi yöntemlerle gerçekleştirilir. Namaz kılmaktan dolayı alnı nasırlaşan El Mülcem vahşice katledilir; Önce ayakları ve elleri kesilir. Fakat İbni Mülcem ne korkuyordu nede konuşuyordu. Sonra kızgın çivilerle gözleri oyuldu. Direndi El Mülcem, çılgına dönen işkenceciler dilini de kestiler. Hala yaşam iradesi gösteren El Mülcem’i azgınlaşan Ali taraftarları onu bir kovaya koyarak yaktılar.
Alevilerin övünerek kabul edemeyecekleri böyle bir sonu, vahşice katledilen birinin, El Mülcem’e reva gören Ali ve efradının bizim inancımıza-yaşamımıza-kültürümüze nasıl ve hangi yollarla girdiğini ortaya çıkarıp bunlardan arınmak Alevilerin vazgeçilmez görevi olmalıdır. Yol önderlerine bu kadar sahiplenmeyen Alevilerin Ali ve efradına derinden yanması, bağlanması onların aralarında ki iktidar-saltanat-hilafet kavgasını kendi kavgası imişcesine içselleştirmeleri inancın-felsefesinin-kültürünün ve yaşamlarının kabul edeceği basit sonuçlar değildir.


http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/aleviligi-yozlastiran-ali-kultunun-tahribatlari-35619

No comments:

Post a Comment