Thursday, June 19, 2014

Oyundan Zengin Olmak: Bir meta olarak futbol





Çarşamba, 18 Haziran 2014 22:15
Merdan Özüdoğru
Brezilya futbolla kapitalist/kolonyalist/emperyalist saldırı sonrasında tanıştı. Buenos Aires 45 günlük direnme sonunda [1806], işgal edildi. İşgal esnasında İngiliz askerlerinin futbol oyunu gönüllerini fethetmişti. Kapitalist saldırı kendisine yabancı olan yerli yaşam ilişkilerini [English High School 1890] futbol sayesinde etkisi altına almaya çalışırken (1); en azından başlarda Brezilya futbolu, kullanım değeri özelliğini koruyan bir sokak oyunu olmaya devam etti ve sosyal bağlarını korumayı başardı. Brezilyalılar kapitalizmin yatay [coğrafi] genişlemesinin bir sonucu olarak futbolla tanıştılar ve sistemin dikine genişlemesinin bir sonucu olarak da futboldan sosyo-ekonomik acılar çekiyorlar... Çünkü futbol parayla alınıp-satılan bir metaya dönüşmüştü. Netice itibariyle bir oyun olmaktan çıkıp metaya dönüştü ve “meta-futbol” niteliği kazandı. Şimdilerde insanlar bir meta olan futbolun yarattığı sosyal baskıların bir sonucu olarak sokaktalar...
brezs

Kapitalist üretim ilişkilerinin ilk geliştiği yer olan İngiltere’de ortaya çıkan futbol, bir tesadüf eseri olarak değil içki ve tütün üreten burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılamak için peydahlanmıştı. Mekanı ve zamanı kendi çıkarına kullanma konusunda usta olan kapitalistler, futbol/spor aracılığıyla içki ve tütün içilen mekana kalabalığı çekerek satışlarını artırmak amacındaydılar. Bu sayede para ve prestij kazanıyorlardı. Bu nedenle mekanın zihindeki yansıması olan kulüp/clup kavramı, hem içki içilen mekanı hem de spor yapılan mekanı çağırıyordu. Zamanla uluslararası pazarda da komprodor ilişkiler için kullanılmaya başladı. Metalaşmasıyla birlikte mekanlar da ayrılmak zorunda kaldı ama bu iki işlevi futbol korudu ve burjuva sınıf lehine başka işlevler de edindi. Dünya Kupası futbolun meta olarak genişlemesi dışında uluslararası prestiji sağlamak amacıyla kurulmuştur. Dolayısıyla jeopolitik bir kaygı da söz konusuydu. Hobsbawn’nın dediği gibi futbol, İngilterenin küresel ekonomi için peydahladığı çocuğuydu bu nedenle de başlangıçta FİFA’nın kurucu üyeleri arasında yer almadı. Çünkü kendi elleriyle büyüttüğü çocuğu başkalarına kaptırmak istemiyordu. Bu nedenle İngiltere ve Fransa arasında ciddi bir rekabet ve prestij yarışı yaşandı. Gerçi “İngiltere FİFA’da yer almak istemedi ama Fransa’nın futbol aracılığıyla etrafında çok sayıda ülkeyi toplaması karşısında süreç dışında kalmanın olumsuz sonuçları veri iken örgüte katılmak zorunda kaldı. Pariste kurulan 55 yılda [1904-59] 7 kurumdan 95 kuruma ulaşan FİFA İngiltere’nin kaygılarını boşa çıkarmadı.
Latinler buna “futbol demokrasisi” diyorlar; futbol aracılığıyla oy toplama ve seçim kazanma anlamında... Tüketim ekonomisi uygulayan Lula’nın dünya kupasına talip olma kaygısının gerisinde başlıca iki neden vardı denilebilir: Tüketimi artırma ve prestij kaygısı... Türkiye’nin olimpiyatlara talip olmasının gerisinde de benzer nedenler vardı. Amaç ülke imajını iyileştirme ve yabancı sermaye çekmekti. Bu popülist ekonomik politika sayesinde Berlusconi iki seçim kazanmıştı. İki futbol takımı sahibi [İstanbul ve Adana] Cem Uzan da parlamentoya girmeyi başaramasa da çok kısa bir sürede %7.25 oy almıştı. 1973 seçimlerinden hemen sonra yapılan bir ankete göre Fenerbahçe Partisi kurulsaydı oyların %60.56’sını alırdı (2). Prestij ve tüketimi artırma işlevi sanıldığı gibi uluslararası gazlı içecek firmalarıyla başlamadı. İlk andan itibaren vardı.
1AcardsCh
 Futbol ve futbolcu alınıp satılmaya başlandığında, dolaylı para kazandırma işlevine doğrudan para kazandırma işlevi eklendi. Yukarıda söylediğim gibi futbol metalaştı; birileri onu sattı diğerleri satın aldı. Bu gün alma-satma işi stadyumda ve televizyonda gerçekleşiyor. Kâr için yapılan etkinlikte üretim yerinin, ürünün ve pazarın büyümesi zorunluydu. Üretim yeri olan stadyumda kârın büyümesi için iki şey yapılmak zorunda. Stadyum kapasitesini [koltuk sayısı] arttırmak ve lüks hale getirerek bilet fiyatlarını yükseltmek. İkincisi ise stadyum etrafında öbeklenmiş olan tüketim alanlarını stadyum içine taşımaktı. Bu Çarşı gibi stadyum etrafında öbeklenmiş taraftar olan esnafı rahatsız etse de yapılmak zorundadır!
Stadyumların genişlemesi sayılarının artması ve yeni teknolojiyle kapasitelerinin büyütülmesi gündeme gelince. Genişlemenin zorunlu sonucu olan yüksek kapasiteli ve tüketim mekanlarını içinde barındıran stadyum modelleri çevre sorunları da bahane edilerek FİFA standardı olarak dayatıldı. Mesela stadyumunuz bu koşullara uygun değilse artık FİFA’nın uluslararası organizasyonlarına talip olma şansınız yoktur. Bu standartlar da kaçınılmaz olarak sermayeyi ve teknoloji egemenliğini elinde tutan yabancı yatırımcılar için yeni imkânlar demeye geliyor. Bir tür FİFA diktasına uyum zorunluğu da diyebilirsiniz... Artan maliyetler ulaşım zammını zorunlu kıldı. Gayri insani olan ulaşım koşulları zamlanınca zaten yıllardan beri temel hakları için sokaklarda olan Evsizler Hareketi ve Topraksızlar Hareketini tutmak mümkün olmadı. Brezilyalı FİFA başkanı olan Havelenge’in yolsuzluk nedeniyle istifasının üzeri yeni örtülmüşken onun halefi Blatter hakkında Katar’dan yayılan kötü kokular da  protestoların dozunu artıran başka bir nedendi.
Protestoları tetikleyen ve milliyetçileri sürece dahil eden ise konfederasyon kupasının anlam ve önemiydi. 1992 yılında Kral Faht adına Suudi Arabistan’da doğan kupa, pazarı genişleten bir işlevi olduğu için FİFA’ya dahil oldu. Brezilyalı Havelange [1974- 1998] ben geldiğimde FİFA’nın kasasında 4 milyon dolar vardı, şimdi yıllık 250 milyar dolara ulaştı diye öğünmüştü. Şimdiki FİFA başkanı Blatter [1998-] ise futboldan uluslararası düzeyde oynanan bir kumar yarattı. Dasler’den ve Havelenge’den iyi eğitim alan Blatter, futboldan küresel bir kumar oyunu yaratmayı başardı. Anlaşılan o ki FİFA’nın birinci vazifesi uluslararası spor endüstrisinin pazarını genişletmek, parasına para katmaktır. Sayıları giderek artan  kupalar, liglerle birlikte televizyon yayınlarının da genişlemesi  meta futbolu devasa boyutlara taşıdı.
Bu durum kaçınılmaz olarak insan olan futbolcunun da genişlemesini gerektiriyordu. Bunun bir sonucu olarak da,  gayri insani olan iki sonuç çıktı: Şampiyon olmak demek futbol piyasasında büyük paralar kazanmak demektir. Şampiyon olmanın da iki koşulu var; iyi performans ve yetenek. Birincisine  bulunan çare doping oldu... Dopingden yakalanan Tony Sharpe; “zafer [prestij] çok tatlı para çok bol” demişti. Yeteneğe bağlı olarak iki alanda gelişme oldu: Futbol okulları her yere yayıldı ve yeteneği başkalarına kaptırma korkusuyla dünyanın dört bir tarafında fellik fellik gezen yetenek avcıları ortaya çıktı. Bunun da iki gayri insani sonucu var: Çocuklara futbolun satılması ve yeteneği keşfedilen çocukların piyasada alınıp-satılması... Ve o aşamadan sonra süreç şöyle işler: ucuza alırsınız ve pahalıya satarsınız ve üstelik alıp-sattığınız meta (futbolcu) pazarda uzun süre kalabililir. “Futbolcu/sporcu yaşı olarak ifade edilen aslında pazarda kalma süresidir ve daha fazla satma ve alma fırsatları sunar.” Bu gayri insani durum merkez ülkelere büyük avantaj sağlıyor. Velhasıl çevre-merkez ilişkisi ve çelişkisi, her zamanki gibi işliyor. Merkez lehine, çevre aleyhine sonuçlar doğuruyor. Merkez’in çevreden ucuza aldığı oyuncu, orada iyi performans gösteriyor, yani çok para kazandırıyor. Kötü performans göstermeye başladığında [yani para kaybetme riski varken] aldığından pahalıya çevreye satılıyor. Geldiği yere gidiyor. Merkez hem alırken karlı hem de satarken kazanıyor. Ayrıca iyi oyuncuları elinde tutan merkez liglerinde “yüksek kaliteli” maçlar olması nedeniyle, yayın hakları hem pahalıya satılıyor. Üstelik çevre medyası merkez yayın haklarını elinde tutan merkez medyadan satın almak zorunda kalıyor. Barcelona gibi merkez takımlarının başarısının gerisinde çocuk alıp satma, başka türlü söylersek çocuk ticareti var... Tabii bu durumun futbolun bir meta olarak genişlemesinin zorunlu sonucu olduğu da bilinen bir şey...  Drogba’ya bakalım 5 yaşında Fildişi sahilinden futbolcu olan Fransa’daki dayısının yanına gitmiş, Marsilya ve Çelsea’ de oynamış 34 yaşında da Galatasaray’a gelmiş. Neymar, Messi, Ronaldo da çocuk yaşta alınıp satılmışlardır. İlerde çevre ülkelere gönderileceklerdir. Bu tıpkı doping gibi, gayri insani bir durumdur. Meta futbolun genişlediği diğer bir yön ise kadınlar. Kadınları sosyal yaşama dahil ediyor ama bu sosyal yaşamın kapitalist sosyal yaşam olduğunu düşünürsek, onların da yukarıda anlatılan meta olan futbolun ahlaki sorunlarından muaf olmadığını görebiliriz.
O halde Brezilyada kupanın başlama vuruşunu engelli bir çocuğun yapması ve futbolcuların el ele tutuşarak sahaya girmelerinin anlamı nedir? Tabi ki ayıbın üstünü  örtmek ve gizlemektir. Futbolun örtülen yüzündeyse,  doping, şike, yolsuzluk ve çocukların alınıp satılması var... Bir merkez (emperyalist) örgütü olan FİFA’nın dahası varlık nedeni merkezin avantajı olan ayıbı örtmek, gizlemek mistifiye etmektir...
Bizim de yapılanın tersini yapmamız tüm bu olup-bitenleri demistifiye etmemiz gerekiyor. “Oyundan” zengin olunan bir dünyada, oyunun meta olduğu bir dünyada, kapitalist genişlemenin yönü kaçınılmaz olarak çocuklara doğru olmak zorundadır. Bu yeni durumda çocuklar oyun dışına atılıyor, bir tür “oyunsuzlaştırılıyor”... Çocuklar alınıp-satılan bir metaya  dönüştürülüyor... Bu kepazeliğin, bu utanç verici durumun teşhir ve mahkûm edilmesi gerekmiyor mu? Aslında bu yeni durum oyunun ludic yapısını da bozuyor ve netice itibariyle çocukları özgürleştirmek bir yana, köleleştiriyor... Toplumu rahatlatmak bir yana, meta ilişkisi niteliğinden kaynaklı olarak, sosyal ve ekonomik sorunlara, kötülüklere yol açıyor, yabancılaşmayı derinleştiriyor.
Çocukların özgürce oynayabilecekleri alanlar olan sokaklar arabalar tarafından işgal edilmiş durumda ve oyun alanları da oyunun alınıp/satıldığı yerler olan stadyumlara ve alışveriş merkezlerine dönüşüyor. Saldırı varsa savunma da, karşı- saldırı da var demektir ki, Brezilya’daki başkaldırıları ve direnişleri  yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım sosyal,-ekonomik-politik-kültürel konteksten bağımsız ele almamak gerekiyor...  Bu nedenle İstanbul ve Sao Paulo sokaklarında protestoya katılanların yaş ortalaması düşük [ 25 yaş altı % 53], ilk kez protestoya katılanların oranı [%71] da yüksek (3) O halde yapılması gereken bir sır değil. Gençlerin ve çocukların futbol okullarından, stadyumlardan ve şifreli kanalardan uzak durmalarını sağlamak ve yeniden sokak ve/veya arsa futboluna dönmek [kullanım değerini ihya etmek]....

Kaynaklar:
1- Gutmann A. (1994) Games and Empires.
2- Doğan Y. (1989) Fenerbahçe Cumhuriyeti.

3- Michael Collins (2013) Tropical Spring.

Simonovic, D. (2013) The Last Revolutio

No comments:

Post a Comment