Tuesday, June 17, 2014

Radikal İslamcı Terör, Cihat İdeolojisi ve Türkiye

16.06.2014 23:12:27
Radikal, Blog 
 

Günümüz Dünyası'nda İslam'ı referans alarak terör ve tedhiş eylemlerinde bulunan İslamcı örgütler, yaşadığımız coğrafyanın geleceğini ve mevcut yapısını tehdit eden en önemli sorundur. İnsan hayatının kutsiyetini hiçe sayan ve din uğruna insana kıymaktan çekinmeyen radikal İslamcı örgütler, özellikle Ortadoğu'yu yaşanabilir bir coğrafya olmaktan çıkarmışlardır. Kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyen insanları katletmekten çekinmeyen radikal İslamcıların, hangi saiklerle hareket ettikleri üzerinde düşünülmeye değer bir konudur. Ellerinde silahları, yüzlerini kaplayan maskeleri ve 'La İlahe İllallah ve Allah resulü Muhammed' yazan siyah bayraklarıyla İslamcı örgütler, insanı merkez alan bir Dünya görüşüne değil, kendileri gibi inanmayan ya da yaşamayan insanlara kasteden, ölüm kusan savaş robotlarına benziyorlar.
Radikal İslamcı örgütlerin, cihat düşüncesiyle hareket ettikleri biliniyor. 'İslami Cihat' adında bir örgütün varlığı, cihat kavramı üzerinde düşünülmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Cihat yaygın tanımıyla, 'Allah yolunda savaşarak, Allah'ın dinin her tarafa ulaştırmaya çalışmak' anlamına geliyor. İslam'ı yayma ve İslam olmayan ülkeleri ya da insanları cebir kullanarak zorla İslamlaştırma anlamına gelen bu düşünceye mensup insanların, İslam'ın kendi gibi düşünmeyen mezheplerini de hedef alması, meselenin oldukça karmaşık olduğunu ve inançla alakası olmadığını ortaya koyuyor. El Kaide'den kopan grupların kurduğu IŞİD Örgütü'nün Şii mezhebine mensup insanları hedef alması, din uğruna savaş düşüncesinin korkutucu boyutunu ortaya koyuyor. Sünni örgütlerin gerçek ve doğru dini inanışın kendilerinin tekelinde olduğunu iddia ederek, Şiilere saldırması radikal İslamcılığın hangi merhalelere vardığını göstermektedir. Aynı şey Şiiler için de gereklidir. İslami köktencilik, dini inanışın ötesine geçerek, kendi gibi inanmayan insanlara yaşam hakkı vermeyen bir tür dini faşizm haline gelmiştir.
Cihat düşüncesi, eyleme geçmemiş haliyle bile hoşgörüye ve inanç özgürlüğüne aykırıdır. Kendi dinini üstün görerek, silah zoruyla ve gerekirse cana kıyarak insanlara İslam'ı dayatma totalci düşüncenin tipik bir örneğidir. Kendi gibi inanmayanlara düşmanlık ve onları 'hidayete erdirme' gibi dayatmacı bir mantık evrensel insan haklarına aykırıdır. Hoşgörü, çoğulculuk, inanç özgürlüğü ve bir arada yaşamın olanaklılığına inanç maalesef İslam inancına mensup toplumların büyük çoğunluğu tarafından hazmedilememektedir. Meseleye böyle bakıldığında Dünya'da terör eylemlerinin çoğunluğunun İslamcı gruplar tarafından gerçekleştirilmesi şaşırtıcı değildir.
Türkiye'de siyasal iktidarın öteden beri Sünni İslami radikalizmi açıkça desteklediği bilinmektedir. Düşünce itibariyle Selefi İslam'a da yakın olan iktidarın, bilhassa Suriye'de Esed rejimine karşı Sünni İslami referanslarla her türlü desteği verdiği bilinmektedir. Türkiye'de yaşayan insanların bir kısmının Alevi olmasının hiçbir anlam ifade etmediği ve Alevilerin hilafına destek verildiği düşünüldüğünde, iktidarın Sünni İslam'ın temsilciliğine soyunduğu görülmektedir. Siyasal iktidarın açıkça taraf olmasından cesaret alan bazı Türk vatandaşların da radikal İslamcı örgütlere, El Kaide'ye, ÖSO'ya ve hatta IŞİD'e de katıldığı ve bu saflarda savaştığı bilinmektedir. Siyasal iktidarın Ortadoğu'da mevcut dengeyi gözetmeden ve barışçıl politika izlemeden nasıl bir kumar oynadığı ve dökülen kanların bir biçimde müsebbibi olduğu maalesef somut bir gerçekliktir.
Türkiye'de siyasal iktidarın tabanını oluşturan Sünni inancına mensup insanların çoğunluğu  Ortadoğu'daki Sünni-Şii çatışmasına destek verdikleri ve cihat düşüncesini içselleştirdikleri gözlemlenmektedir. İç politikaya da alet edilen Suriye meselesi, iktidarın mitinglerinde Suriye'deki mevcut rejim aleyhtarı düşüncelerin ifade edilmesine vesile olmuştur. Suriye'de her iki kesime de eleştirel bakması, hem Esed'i hem ÖSO'yu eleştirmesi gerektiği halde, mevcut iktidar ÖSO'yu destekleyerek iç politikaya alet etmiş ve Sünni oyları konsolide etmenin bir yolu olarak görmüştür. Siyasal iktidar ve ayrımcı dili, hem içerideki dinsel azınlıkları rahatsız etmekte ve hem de Ortadoğu'da mezhep savaşlarını körükleyerek mevcut karmaşanın sorumlularından biri olmaktadır.
Türkiye'de sıradan Sünni bir insan, İslami referanslarla terör ve tedhiş eylemlerinde bulunan radikal İslamcı örgütlerin varlığını kabul etmekle birlikte, bu örgütleri Batı ülkelerinin kurdukları ve finanse ettikleri gibi sabit düşüncelere sahiptir. Yapılan terör ve tedhiş eylemlerini görmezden gelerek bunların asıl müsebbibinin Batılı ülkeler olduğunu iddia etmek, hem radikalizmin bir göstergesi hem de Müslüman olduklarını iddia eden bu insanların iradesiz olduklarını kabul etmenin bir göstergesidir. Dünya'da meydana gelen her türlü olumsuzluğun, savaşın, katliamların Batılı ülkeler tarafından yapıldığını ya da arkasında bunların olduğunu sanmak ve inanmak sağlıklı bir düşünce şekli değildir. Dünya'da olan biteni resmi ideolojinin ve siyasal iktidarın gözlükleriyle gören ve okuyan bu düşünüş paranoyak özellikler gösterir. Eğitim sisteminden kaynaklanan at gözlüğü, Türkiye toplumunun düşünmesini, meseleleri analiz etmesini ve kendi iradesiyle kanaat oluşturmasını engellemektedir.
Dünya'da küresel barışı tehdit eden ve bir arada yaşam olanağını baltalayan İslamcı örgütler çağımızın ve geleceğin en önemli sorunu durumundadır. Batı ve Dünya'nın diğer ülkeleri bu tehlikenin boyutlarını fark ederek İslam ülkelerini yalnızlaştırmaktadır. Meselenin bu boyutlara ulaşmasında kuşkusuz Batı ülkelerinin emperyalist politikalarının payı büyüktür. Buna rağmen sürekli olarak konunun bu boyutuna vurgu yaparak radikal İslamcı örgütleri ve cihat düşüncesini eleştirmemek büyük bir yanlıştır. İslam inancını yayma ve bundan da öte belirli bir mezhebin düşüncesini zorla dayatma büsbütün totaliter, faşizan bir tutumdur. Üstelik radikal İslamcı örgütlerin bir de şeriat düşüncesi vardır ki, bu ayrıca ele alınması gereken ve insanın doğasına tamamen aykırı bir düşüncedir.
16.06.2014  

No comments:

Post a Comment